Mavi boyalı bir tahta kapının önüne oturdum. Güneş zeytinlerin arkasından batıyordu. Bir an kendimi çölde yürürken gördüm. Uzakta, günler geceler boyu süren bir yürüyüşün sonunda, beyaz bir kent belirdi. Susuzluktan ölmek üzereydim. Yüksek duvarlarla çevrili, hem çok uzak, hem elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakın bir kent. Bir serap mıydı? Olmayan suda yansıyan yüzün müydü yoksa? Seni unuttum işte. Bakışını, beyazlığını, yüzünü unuttum. Yaşadıklarımızı da. Mavi kapının önünde batan güneşe karşı oturmuş bir yabancıyım artık. Bilemeyeceğin kadar uzağım sana. Ve gemiye dönme umudu hiç mi yok.
Nedim Gürselin şiirsel anlatımıyla Rio'dan Moskova'ya, Atina'dan New-York'a, Marakeş'ten Viyana'ya ve elbette Paris'e çıkacağınız bu yolculukta yalnızca yazarın izlenimleri değil, anılarıyla düşünceleri de eşlik edecek size. Dünyayı dolaşırken benzersiz manzaralarla, geçmiş günlerin çağrışımlarıyla, en önemlisi de kültür ve sanat yapıtlarıyla zenginleştiğinizin farkına varacaksınız.