Tüm diğer uluslarda olduğu gibi Türkler, Farslar, Araplar arasında da her iki türden insanlar bulunmuş, yalnızca kendi ülkelerinde değil, tüm dünyada etkili olmuşlardır. Öte yandan bu insanların neden olduğu tarihsel olayların iyi ya da kötü olarak değerlendirilmesi nesnel değil, öznel olur, değerlendirenin etnik kimliği, ideolojisine göre değişir. En nesnel gözükenler bile bir ölçüde öznel davranabilmektedir. Konumuzla ilgisi olan kaynaklarda bunların sayısız örnekleri vardır. Bu nedenle değerlendirmelerinde nesnel olduğunu söylemek, sanırım biraz abartı olur. Olabildiğince nesnel olmaya çalışsam da ben de bunların dışında değilim.
Eski Yunanların Perslere karşı savaşlarda aldıkları sınırlı başarıları bitmez tükenmez övünmelerine benzer biçimde kimi İslamcı yazarlar da Batı’nın gelişmesinde İslam’ın rolünü aşırı olarak abartırlar.
Türkler, Hunlar, Göktürkler, Selçuklular dönemlerinde büyük dünya gücü olmuştur. Onların dışındaki diğer Türk devletleri en çok bölgesel güç olabilmiştir. Bir bölgesel güç de bir dünya gücü ile bağlaşma içinde olmak zorunda kalmıştır. Bununla birlikte, ilk ikisinde Çin, ikinci ve üçüncüsünde İran, sonuncusunda Bizans, Avrupa, Rusya ile ilişkilerin nasıl olduğunu anlamak son derece öğreticidir. Örneğin Selçuklu sarayından kaçan bir prens Müslüman bir ülkeye değil Bizans’a, Bizans’tan kaçan da bir Hristiyan ülkeye değil, Selçuklu sarayına sığınıyordu. İkincisi Hunlar, Çin’in kuzeyinde, Göktürkler batısında, Selçuklular Önasya’da, Osmanlı ise Anadolu ve Avrupa da, yani hep batıya doğru gitmiş, hiç geri dönmemiş.
Uygarlık Doğu’da (Sümerliler) doğmuş, buradan dünyaya yayılmıştır. Bu gerçeği dile getirmek için Işık Doğu’dan gelir deyişi kullanılır. O ışığı yakan Sümerliler, taşıyanları da Sümerliler sonrası Anadolu ve Doğu Akdeniz kavimleridir.