Trampa ekonomisinden sanayi devrimine, fordist üretim düzeninden dijital kapitalizme uzanan tarihsel süreçte, üretim ve tüketim biçimleri değiştikçe toplumsal ilişkilerin örgütlenme biçimi de dönüşmüştür. Günümüzde tüketim, yalnızca ihtiyaçların karşılanması değil; kimliklerin, arzuların, statülerin ve değerlerin temsil edildiği bir anlamlar sistemi haline gelmiştir.
Kapitalizmin erken dönemlerinde üretim, toplumsal yapının kurucu öğesi olarak konumlanırken, geç kapitalist aşamada bu kurucu işlevi giderek tüketim üstlenmiştir. Artık tüketim, yalnızca nesnelerin değil; anlamların, arzuların ve kimliklerin de dolaşımını düzenleyen bir mekanizma olarak işler. Dolayısıyla tüketim eylemi, ekonomik bir davranıştan öte, ideolojik bir formasyon, kültürel bir inşa ve toplumsal kimlik üretiminin başlıca aracıdır.
Kapitalizmin sürdürülebilirliği, arzunun sürekliliğine bağlıdır. Bu nedenle modern çağ, bir ihtiyaç ekonomisinden çok bir arzu ekonomisi olarak tanımlanabilir. Arzu, artık bireyin içsel bir dürtüsü olmaktan çıkmış; medya, reklam ve dijital ağlar aracılığıyla dışsal olarak üretilen ve yönlendirilen bir olguya dönüşmüştür. Bu yapıda tüketim, kimliğin, toplumsal konumun ve varoluşun yeniden tanımlandığı bir alan işlevi görür.
Mallar, yalnızca ekonomik değerleriyle değil, taşıdıkları sembolik anlamlarla dolaşıma girer. Bir kahve markası, bir ayakkabı modeli ya da bir telefon, işlevinin ötesinde temsil ettiği kimlik ve statüyle anlam kazanır. Jean Baudrillard’ın ifadesiyle tüketim, artık ihtiyaçların değil, anlamların üretimidir. Nesnelerin kullanım değerinin yerini “gösterge değeri” almıştır; insanlar nesneleri kullanmak için değil, temsil ettikleri dünyaya ait olabilmek için satın alır.
Tüketim ekonomik bir eylem olmasının yanı sıra aynı zamanda siyasal bir pratiktir. Kültür endüstrisi bireylerin düşünme biçimlerini, arzularını ve değer sistemlerini biçimlendirirken, ideoloji artık televizyon ekranlarında değil, Instagram akışlarında, markaların sloganlarında, gündelik alışkanlıklarda yaşar. Kimin neyi, ne kadar ve nasıl satın alabildiği; kimin hangi arzulara erişebildiği, sınıfsal eşitsizliklerin yeni biçimini oluşturur.