İstanbul’da martı seslerini sabaha karşı duyabiliriz. Sadece o zamanlar ses çıkarttıkları için değil, biz onları o zaman duyabildiğimiz için. Sabaha karşı herkes evine çekilir, ortalıkta kimse kalmaz. Sessizlik hâkim olur hayata. Kendimi de yalnızca o zamanlarda duyabilirim. Kafamın içinde kim varsa ortalıktan çekilmişken. Günlük hayatta kafamın içindeki insanlardan kendimi yalnızca bağırdığımda duyabiliyorken, sabaha karşı içimdeki bir fısıltıyı bile fark ederim. Martı sesi bana hep yaşadığım şehri, yani İstanbul’u hatırlatır. Kafamdaki berrak sesler ise benim aslında kim olduğumu. Martıları her zaman göremesek bile sesini çok uzaklardan duyabiliriz. Bir şeye inanmak için illa onu görmek mi gerekir? Yalnızca duymak yetmez mi? Peki aynada gördüğümüz kişi gerçek mi? Kendimizi duymak yetersiz mi?