Yalın Ayak Düşler’de taşrayı keşfe çıkan bir aydının yaşadıkları anlatıyor. Bu keşif aynı zamanda içsel âlemlerimize doğru da gerçekleşiyor. İnsan kendini tanıdıkça dış dünyayı daha iyi anlayacaktır kuşkusuz. İdealist bir yazar olan Ferit, bir Anadolu kasabasına yeni romanına konu bulabilmek, sıradan insanların günlük yaşantılarını derinlemesine tahlil edebilmek amacıyla gider. Burada yaşayacaklarından habersizdir elbette. Daha sonraları kaderinin tecelli edişine, şaşırıp kalmış bir zihinle şahitlik eder. Artık o, bir yazar değil; anlaşılmaz bir dizi olayın kahramanı olmuştur. Ferit'i yabancı gibi değerlendirmeden içlerine alan kasaba insanları her ne kadar masum ve iyi niyetli olsalar da Ferit'in kendi romanının sayfaları arasında kaybolmasına engel olabilecekler mi acaba? Yalın Ayak Düşler’de insanı insan olduğu için sevebilmeye dair ipuçları var. Farklı etnik kökenden insanlar bir potada ancak sevgi ve hoşgörü ile eriyebilirler. 'Kin gütmeden, ötekileştirmeden, yan yana ve omuz omuza, kardeşçe yaşamak; sadece Cennet ahalisinin niteliği olmamalı. Bizler dünya gurbetimizde de bunu başarabilmeliyiz. Komşusu ile iyi geçinen, onun dinini ya da milliyetini kendisi için sorun görmeyen engin gönüllü insanlara ihtiyacımız var. Mesut Yılmaz bu türden iyi niyet sahibi kimseleri, kötülerle bir arada resmederek iyiliğin yüceliğini gözler önüne seriyor. Tıpkı sabahın, geceyle iç içeliğinden ötürü daha da aydınlık görüldüğü gibi.