Sait Faik: “Söz vermiştim kendi kendime, yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum, öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” diyor bir yazısında. Yazmak, bir tutkudur, bir hastalıktır kimilerince ve gerçekten, yazmazsa rahatlayamaz insan.
Edebiyat öğretmeni bir arkadaşımla bir sohbetimiz sırasında şunu sormuştu benden yaşça büyük meslektaşım: “Sana göre sanat, sanat için midir yoksa toplum için midir?”. “Bana göre sanat ne sanat içindir, ne toplum içindir. Sanat, yazar içindir. Ben, hiçbir yazımı sanat olsun ya da topluma faydalı olsun diye yazdığımı hatırlamıyorum. Kafamı kurcalayan, içimi kemiren ya da beni coşturan bir konuda bir şeyler yazmazsam rahat edemem. Ben, kendimi rahatlatmak için yazıyorum, bu arada yazdığım şey kimine göre sanat için olur, kimine göre toplum için olur. Ben onun hesabını yapmam, bu konuda da kendimi sınırlamam.”
Yazmak, bir şeyler söylemek ve üretmek ciddi bir ihtiyaçtır. Bir eser ortaya koyma isteğiyle bir çalışmanın, araştırmanın sonucunun somut olarak ortaya çıktığını görmek ilaç etkisi yapar insana ve ilaç olsun diye yazıldı bu yazılar. Umarım sizde de aynı etkiyi yapar.