Şefkati, merhameti, sevgiyi, iyiliği, ekmek gibi su gibi öğrenmemiz ve öğretmemiz gerekir. İnsanlar yaşama karşı zorlu bir mücadele verir, ayakta kalmaya çalışır, işte bizim de bu zorlu mücadeleyi veren herkese karşı nazik olmamız gerekir. İnsanların ne olduğunu görmek istiyorsak tek yapmamız gereken aslında başımızı kaldırıp bakmak, iyi bir insan olmak veya olmaya çalışmak. İşte bu şehirdeki hiçbir zaman “iyi” kelimesinin anlamını öğrenememiş kanser gibi bu şehirden beslenen insanlara karşı ayakta duran Destan. İstanbul’un karanlık sokaklarında soluk soluğa bir koşuşturmaca.
İnsanlar sadece insan değildir, hepimiz birer dünyayız. Her birimizin içinde ağ ören, diğerlerine erişen bir dünya vardır. Yankı uyandıran, bazen eşit bazen zıt. İşte o dünyalar, dünyalarımız neden kaybolur, bir gülüş ölmez de, adalet ölür, vicdan ölür, iyi niyet ölür, güven ölür.
Acı çekiyoruz ve kimse duymuyor…
.
.
.
“Okuldan eve gelmişsin; akşamüstü, evde kimse yok. İçeri giren ışık hüzmelerinde tozlar dans ediyor. Mutlusun sebebi yok, çok mutlusun. Herkes hayatta, tüm sevdiklerin hayatta. Tek isteğin oyun oynamak ve eğlenmek. Çok mutlusun ve bunun üzerine hiç düşünmüyorsun.” Bunun tadında bir hikâye.