Bir ada devletiyseniz, çevrenizde hiç komşunuz yoksa, tarihiniz on binlerce yıl geriye gitmiyorsa,
topraklarınız dünyadaki en verimli topraklar değilse, yer altı ve yer üstü zenginlikleriniz destanlara
konu olmamışsa, bilinen birçok peygamber ve kutsal din sizin topraklarınıza inmemişse ve
bulunduğunuz yer hem doğu hem de batı için çok değerli değilse, bu coğrafyanın neden bu kadar
karmaşık ve tehlikeli olduğunu anlamanız güç olabilir.
Binlerce yıldır sürüp giden güç mücadeleleri, ortaya yeni çıkan devletler ve onların büyük hayalleri
bulunduğunuz bölgenin aralıksız süren savaşlarına yeni gerekçeler oluşturmaya devam ediyor.
Herkesin kendisini haklı gördüğü bu dünya düzeninde, Türkiye üzerinde hak kendince bir hesabı
olmayan ciddi bir devlet neredeyse yok. Hemen hemen bütün büyük devletler Türkiye’nin ortadan
kalkmasıyla ilgili bir hayale sahip fakat ortadan kaldıracak kişinin kendisinden başkası olması riskini
göze alamamakta. Zira kendisinden başka birinin bunu yaparak bu stratejik topraklara yerleşmesi
düşüncesi bile bu devletlerin uykularını kaçırmak için yeterli. Ne de olsa bilinen düşman,
bilinmeyenden iyidir.
Son büyük imparatorluk Osmanlı’nın çöküşüyle, topraklarına el koyma yarışına dönüşen pay alma
kavgaları ve Osmanlı’nın torunlarının direniş mücadelesi yıllardır sürüyor. Bu mücadele dünyayı
kimilerinin Armageddon, kimilerinin Melhame-i Kübra dediği büyük kıyıma doğru adım adım
sürüklemeye devam ediyor. Bu romanda yakın tarihin perspektifinden yakın geleceğe yöneltilen bir
kıyamet senaryosu aktarılıyor ve kıyamet koparken Ortadoğu’da olmanın nasıl bir duygu olduğu aşk,
macera, gerilim ve kurgusal öğeler eşliğinde okuyucuya hissettiriliyor.
Bazı fütüristlerin tanrıyı kıyamete zorlamak olarak adlandırdıkları kaotik gelişmeleri konu alan bilim
kurgu, metafizik ve tarihsel öğelerle harmanlanarak sürükleyici, heyecanlı ve insani bir hikayenin
anlatıldığı bu eserde okuyucuya yakın geçmişten yakın geleceğe distopik bir yolculuk yapma imkanı
sunuluyor.