Yakup Kadri gibi güzide ve kalemi kuvvetli bir yazarın, roman tadından ve üslubundan böylesine uzak bir eseri niçin yazdığını düşünüyorum da; ısmarlama ve zorlama yazılmış gibi bir izlenime kapılıyorum. 1921'de tefrika edilen roman sanki ilerde tekke ve zaviyelerin kapatılmasına altyapı olsun diye yazılmış gibi. Romanda çizilen Nur Baba karakteri, sürekli sarhoş gezen, pekçok metresi olan ve kadınları ağına düşürmekten başka amacı olmayan, şehvet düşkünü biri. Bu ahlaksız adama şeyh deyip, ona mürüd(!) olanlar ise çoğunlukla kadınlar. Bu kadınlar şeyhe aşık oldukları halde sürekli bir araya geliyorlar, tekkede beraberce yaşayıp gül gibi de geçiniyorlar. Kimse kimseyi kıskanmıyor, kimse birbirinden ya da şeyhten nefret edip tekkeden ayrılmaya kalkmıyor, bir kez dahi kavga etmiyorlar. Hele şeyhin bir de karısı var ki, bu karakterin elle tutulur hiçbir yanı yok! Evli olan kadın müridlerin kocalarından ise hiç bahsedilmiyor. 1920 ve öncesinin Türkiye'sinde kadınlar nasıl kocalarından, ana-babalarından ya da etraftan çekinmeden yasak aşk yaşayabiliyorlar, çocuklarını bile hiçe sayabiliyorlar? Bu tekke nasıl böyle çevresinden izole edilmiş gibi pervasızca her istediğini yapabiliyor? Burasını dışardan hiçkimse neden sorgulamıyor? Niçin romanda anlatılan kadınların tamamı hem ahlaksız, hem onursuz, hem kişiliksiz, hem de akılsız? Okurken bunlar gibi pekçok soru aklııma takıldı. Bu yüzden roman bende çok mesnetsiz ve nesnellilkten uzak bir izlenim uyandırdı.
Yakup Kadri romanın sonunda okura şunu söyletmek istiyor sanki: "Tekkenin de, şeyhin de, müridlerin de canı cehenneme!" Okurken yukarıdaki neden ve niçinler kafanızı kurcalamaz ise bunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz.