Esenboğa hava meydanında başlıyor “Gece Sesleri’nin hikayesi; anlatıcı Ayda, 44 yaşında –kendi ifadesiyle- “buruşuk eteğini geren yağlanmış kalçaları ve kalın beliyle, hantal, orta yaşlı, bakımsız memur kadın… öğretim üyesi”. Annesinin Erzurum’daki bir seminerdeyken aldığı hastalık haberi üzerine İstanbul’a giderken tanışıyoruz onunla. Ayda’nın yolculuk süresince zihninden gecen anıları ise bizi çok gerilere kadar götürüyor. Ayşe Kulin, düz bir zaman sıralamasıyla anlatmıyor hikayesini; şimdiki zamanda yaşanan bir olay ya da bir görüntünün çağrışımları ile geçmişteki bir yaşantı anına bağlanıyor. Böylelikle 1940’lı yılların başından 2000’lere kadar geçen 60 yıllık bir zaman dilimine yayılıyor hikaye.
Hikayenin asıl ekseninde Ayda’nın üvey babası Nedim Ortaçlı’nın aile tarihi var; zengin bir Ege kasabasında geniş topraklara hükmeden bir ailedir Ortaçlı’lar. Ailenin büyük oğlu Kerami Bey, mebus olup politikaya atılmış, toprakları çekip çevirmek küçük oğlan Yusuf’a kalmıştır. Ayda’nın annesi Rengigül’le evlenen Kerim Bey’in oğlu Nedim de babasının yolunu izleyecek, 60’lı yıllarda büyük ideallerle girecektir meclise. Ne var ki, ailenin erkeklerinden çok kadınları üzerinde duruyor Kulin; evin perde arkasındaki hakimi Sultan Hanım, onun yardımcısı Satı kadın, bütün bir hayatını aileye vakfeden Ziynet dadı, Nedim’in karısı Rengigül, Rengigül’in kızı Ayda ve Ayda’nın kızı Aslı… İstanbul’lu okumuş bir kadın olan Rengigül ile Ortaçlı ailesinin kadınları anlaşamayacaklardır elbette.
Aralarında kültür farklılığı olmamakla birlikte Rengigül ile Ayda ya da Ayda ile Aslı da kuşak farklılığı nedeniyle belki de daha keskin bir anlaşmazlık içindeler. Üstelik Ayda, çocukluğundan bu yana annesini hiç tanıyamadığını düşünmekte, geçmişe dair bir dolu soru dolanmaktadır zihninde. İşte bütün bu soruları aydınlatacak olan ölümle pençeleşen annesinin hatıra defteridir…
Bir ailenin mahrem tarihini de içeren hikayenin arka planındaki tarih bir yandan Demokrat Parti yıllarına, 27 Mayıs’a, diğer yandan 12 Mart’a, 12 Eylül günlerine açılıyor.
27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerini kapsayan zaman kurgusuyla Cumhuriyet’in darbeler tarihini özetlemesine rağmen “Gece Sesleri”, bu dönemin karakteristiklerini tam anlamıyla yansıtmıyor. Zaten 256 sayfalık bir romana böylesine geniş bir tarihsel dönemin sığdırılması beklenemezdi. Bu durumda herkesin bildiği olay, olgu ve değerlendirmelerle yetiniyor Ayşe Kulin; 27 Mayıs’ı Beyazıt Meydanı’ndaki kanlı öğrenci gösterisiyle, 12 Eylül öncesini İstanbul Üniversitesi’ne 16 Mart’ta yapılan bombalı saldırıyla özetleyivermiş(meraklısı için bir not düşmek isterim; bu yıl yayımlanan romanlardan “Beşpeşe” ve “Yağmurun Yedi Yüzü”nde de 16 Mart katliamında söz ediliyor). Ancak ne Rengigül ne de kız Ayda o olayları yaşamış, kişilikleri o süreçlerle olgunlaşmış insan tiplerine denk düşmüyorlar. Kuşaklar çatışmasının dile getirildiği diyaloglarda da yeni bir şey söylemiyor Kulin.
İşin aslına bakılırsa romanın tamamında da yeni bir şey söylemek gibi bir derdi olmamış yazarın. Evi yöneten güçlü anne tipi, Ortaçlı ailesinin oğulları arasındaki miras kavgası, kız çocuğun yenen hakkı, hizmetçi kızla ağa oğlu arasındaki trajik ilişki, emektar hizmetkar tipleri, hırslı ve hırsız yardımcı, kasabadaki politik atmosfer, yanlış evlilikler, kuşak çatışmaları, vb. gazete sayfalarından, aşk romanlarından ya da Yeşilçam melodramlarından daha derinlikli değil. Ancak okuyucusunu bilerek yazıyor Kulin; o gazetelerin, roman ya da filmlerin okuyucularına hitap edecek şekilde hikayeyi öne çıkarıyor ve bu hikayeyi okuyucunun isteklerine cevap verecek bir akıcılıkta anlatıyor. “Yazın ne okunmalı” sorusunu soranlar için…