Antipsikiyatri akımı 1960'ların hareketli politik ortamında popüler olmuş, daha sonraki süreçte gücünü yitirmiş bir akımdı. Son yıllarda ilaç firmalarının istismarcı/manipülatif tavırları ve bir kısım psikiyatri uzmanının da bunlara alet olması nedeniyle ruhsal bozuklulların aslında icat edilmiş şeyler olduğu, hastalık belirtisi olarak değerlendirilen şeylerin aslında birer ruhsal/toplumsal reaksiyondan başka bir şey olmadığı yolunda görüşler tekrar gündeme getirilmeye başlandı. Bu kitabın yazarının da içinde yer aldığı eleştiricilerin ısrarla atladığı/görmezden geldiği bir gerçek var: Beyninde damarsal kökenli hücre ölümü, iltihap, tümör, vb. gibi radyolojik yöntemlerle görüntülenebilen veya patolojik inceleme ile ortaya konabilen bir yapı değişikliği olan bazı hastalarda da şizofreni, manik-depresif bozukluk, obsesif-kompulsif bozukluk gibi ruhsal bozuklarda görülenlere benzer birtakım belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Bu, ruhsal bozuklukların sadece ruhsal/toplumsal faktörlerden kaynaklandığı savının en önemli karşı-kanıtıdır. Kaldı ki, 1980'li yıllardan itibaren George Engel'in başını çektiği biyopsikososyal yaklaşım, çağdaş psikiyatride giderek geniş ölçüde benimsenen bir yaklaşım olmuştur. Dünyada yaşanan ruh sağlığı pratiklerinin sadece bir cephesinden hareketle, tüm bir mesleki etkinliği ve bu meslekle uğraşan insanları karalamak bilimsel bir tutumla bağdaşmaz. Hele bunu bizimkisi gibi eğitim düzeyi düşük, insanların kulaktan dolma bilgilerle hareket etme alışkanlığında olduğu bir ülkede yapmak daha vahim sonuçlar doğurur, hastaları ve yakınlarını birtakım yanlışlara sevkeder. Sadece psikiyatri alanında değil, tıbbın diğer branşlarında da hastalar ve hasta yakınlarıyla hekimler arasındaki iletişimin son yıllarda ne kadar ürkütücü bir kötüleşme içinde olduğu da düşünülürse...