Pek roman okumam fakat Mehmed Akif biyografisinde tanıdığım Mithat Cemal Kuntay’ın edebî kemâline hayran olmuştum. Üç İstanbul da onun şâh-eseri denince âdetimin aksine kitabı okuma listeme dâhil ettim.
Mutlakıyet, meşrutiyet ve mütareke dönemi İstanbul’unu yetim göçmen çocuğu bir genç (Adnan) mihverinde anlatan bu kitap üslûbundaki istiârelerle mecazlarla dolu zarâfet ve parlaklık, okurken bir edebî eserle mülâki olduğunuzu hiç unutturmuyor.
Gerçek kişiler kenarda olmak kaydıyla kurgusal tiplemeler etrafında, büyük olayların, kişilerde nasıl değişiklikler meydana getirdiği vurgusuyla cereyân ediyor. Uzatmalı TV dizilerinde görüldüğü üzere karakterler sıkça kaybolup umulmadık yerlerde sahneye geliyor. Bu belki, akış kalemin götürdüğü yere gitsin sonraki aşamalarda kullanılır düşüncesiyle olabilir; belki maksat üç paradigmayı yansıtmaksa karakterler birer kahraman kadar işlenmemelidir düşüncesi olabilir; yahut belki hikayenin koordinat düzlemindeki geometrik şekillerin kenarları daha sahih ortaya çıksın diye daha çok referans noktası vermek babından olabilir, ne olursa olsun bize karakter sayısı gereğinden fazla geldi. O derece ki, yazar yeniden sahneye koyduğu birinin romanın evvelinde nasıl anıldığını hatırlatma ihtiyacı duyuyor.. Yayıncıya not: 70’li yılların romanlarının başına konduğu gibi kimin kim olduğuna dair bir liste eklense pek faydalı olur.
Karakterlerin mali durumlarında klasik bir siyah-beyazlık var; fakirler çok fakir, zenginler çok zengin… Sonradan fakirler dilenci, sonradan zenginlerse Karun...
Öte yandan karakter çokluğunun da etkisiyle olaylar da çoğalmış ki bazıları öylesine geçip giden ve maksada hiçbir şey vermeyen bir takım kafa karışıklıklarıdır. Bu gereksizliklerin en rahatsız edici yönü, karakterlerin hemen hepsinin inançsız ve ahlâksız olması; dindar görünenlere sahtekâr birer portre çizilmesi. “Bunca çürümüşlükle koca Osmanlı çökmesin de ne olsun” demek istiyor gibi.
Aynı meyanda yatak maceralarının kapsadığı oran haddinden fazla ki, vaziyet yüz kızartıcılığın ötesinde mide bulandırıcı. Sanki herkes karısını, kocasını aldatmak için yarışıyor. Bir aşk-entrika hikâyesiymişçesine, kimin eli kimin cebinde şaşıp kalıyorsunuz. 80’lerde TRT’de ekrana aktarması yapıldığını işittim ama seyretmedim- bu hususta son zamanların tutulan uyarlama dizi yapımcıları için pek mebzul bir eser. Abartmıyorum, Aşk-ı Memnû’yu gölgede bırakır.