Bahattin Yıldız & Ümmetin Yüreği Hakkındaki Yorumlar

onaltıdokuz 24.11.2011
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Rabbimizin sevdiği kulunu kullarına sevdirdiğinin en güzel işaretlerinden biir de bu kitap olsa gerek.yaşımız gereği geç tanıdığımız bu neslingüzide önd egelenlerinden kıymetli büyüğümüze Allah tan rahmet diliyorum.bu muhabbet hatırasını hazırlayan herkesin de eline ve yüreklerine sağlık...
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (10)
Hayır (0)
Bu Yorumu Yanıtla
KY-34538 17.07.2012
İyilerimiz, değerlerimiz - değerlilerimiz, erdemlerimiz - erdemlilerimiz, kıymetlerimiz - kıymetlilerimiz, kıymet bilenlerimiz zaman zaman ve yavaş yavaş aramızdan ayrılıp dar-ı beka’ya yürümüşlerdir. Onlar, gizli ve aşikâr numune-i imtisaldirler. Onlar, hep göz önündedirler.

Bu meziyetlere malik olan şahsiyetler, hatasıyla – doğrusuyla, günahıyla – sevabıyla, eksisiyle – artısıyla kulluk görevlerini icra etmenin derdine düşmüşlerdir. Hata günah işlemek ve yanlışlıklar yapmak fıtratında olan ve işlenildiğinde vehametin farkına varılıp terk edilmesinin evla olduğu bir nitelikle donatılmıştır insan. Yani insan, insan gibidir. Ne melektir, ne de peygamber!

17 Mayıs 2010 tarihinde IHH’nın Afganistan’ın Kunduz kentinde açmayı planladığı yetimhane için arsa bulma gayesiyle yola çıkan ve dönüşte uçağın düşmesi sonucu Rabblerine yürüyen Bahaddin Yıldız ve Faruk Aktaş ağabeyler var önümüzde, gönlümüzde. Bu iki Müslüman iyiydiler, iyilerdendiler ve bizim içimizde, bizden birileriydiler. Rabbimizin şehadetlerini makbul görmesini niyaz ediyoruz ve yaktıkları meş’alenin hiç sönmemesini arzu ediyoruz.

Bu iki ağabey de, Müslümanların iç içe olduğu, sosyal hayatta hemen hemen her şeylerini paylaştığı, beraber nefeslendiği insanlardı. Normal zamanlarda kişiliğine ve özelliğine dikkat etmeden münasebetler devam ettirilir, bazen arayıp-sorulur bazen sorulmaz; belki de birbirlerinin üzerine fazlaca titrenilmez.

Lakin ne vakit ki bir musibet göğümüzde kendini hissettirir olur; işte kardeşliğimizin/ sevgimizin/ muhabbetimizin/ bağlılığımızın damarlarına kan gelmeye başlar. Kalbimiz musibete duçar olmuş kardeşlerimizle çarpar. O kardeşlerimizin bütün yanlış ve kötü meziyetleri gözlerimizden ve zihnimizden silinir; hep iyilikleri, güzel yanları, erdemli halleri dile getirilir. Hatta anlatmalara sığdırılamaz destanları. Onların ne kadar kıymetli ve değerli insanlar olduğu dilden dile, yazılardan yazılara dolaşır. Kardeşlik bağından devşirdikleri sayısız mahsulleri gündem edilir onların. Geçirilen o eşsiz günler, film şeridi gibi gözlerden geçerken, sadece gözlerde kalmaması için tüm çevreye aktarılır. Onların tuttukları yolun ne kadar izzetli ve şerefli olduğu söylenir, anlatılır, yazılır durmadan ve duraksamadan günler ve hatta haftalar boyu. Özellikle de Yaradana kanatlanmış olanlarımızdan, apayrı söz ederiz. Onların emsalsiz hayat ve tevhid mücadelelerini etrafımıza sunmayı bir görev addederiz. Belki ağlarız, belki ağlatırız. Çünkü onlar artık yoktur; onlar güzeli, güzelce soluklayıp gitmiş olanlardır…

Peki, onlar hayattayken, aramızdayken ve tâ yanı başımızdayken biz nerelerdeydik? O, cümlelere sığdıramadığımız hasletlere malik olan bu insanlarımız, etrafımızda sağ-salim dururlarken; o, aydınlatıcı yürüyüşlerinden insanları neden bîhaber etmiştik? Onlar ölünce mi iyilerden, Salihlerden oldular? O insanlarımız, dünyadaki hayatlarını sürdürürken numune sözlerini ve amellerini görmezden gelip rafa kaldırıyor ve hatta toprağa gömüyoruz. Ve sonra… Onlar toprakla yüz-göz olduklarında raflara kaldırdığımız ve toprağa gömdüğümüz o imtisal numuneleri ifşa ediyoruz. Bu ne yaman çelişkidir böyle!

Bulunduğum şehirdeki bir radyoda gerçekleştirmiş olduğum ‘Salihlerle Yürümek’ isimli programın muhtevası; Peygamberler, sahabeler ve mücadele ehli önder Müslümanların hayatını ele almak, konu edinmek şeklindeydi. Çok kıymetli ve sözüne hep değer verdiğim bir ağabeyim: “Ölmüş Salihleri değil, yaşayan Salihleri konu edinsen daha iyi olur. Yaşayanlar ve aramızda olanlar bize daha muhlistirler.” şeklinde bir teklifte bulunmuştu. Hakikaten o ağabeyim doğruyu söylüyordu. Dünyadan göçmüş olanlarımızın bize katacakları, hayat ve tecrübe anlamında, aramızda bulunanlarınkinden daha fazla olmasa gerek.

Bahaddin Yıldız ağabey vefat edince, onun Afganistan sevdası, o sevdaya dönük gayretleri, mücadelesi, yazdığı eserleri hep anlatılıp duruldu tanıyan yarenleri tarafından. Sağ olsunlar, var olsunlar. Elbette ki böylesi bir değerimiz, insanlar ve özellikle de Müslümanlar tarafından tanınıp bilinmeli. Ama canım ağabeylerim/canım kardeşlerim, neden Bahaddin ağabeyimiz hayattayken suskun durdunuz? Neden onun göçme vaktini beklediniz? Neden benzersiz bir Afgan mücahidini, onu bilmeyenlerden/ tanımayanlardan gizlediniz? Müslüman, Müslüman’a sitem eder. Zira nazımız birbirimize geçer… Şu söyleyeceklerim, bir rica ve teklif olarak kabul edilsin lütfen: Bundan böyle, bütün Değerlerimizin ve Salihlerimizin daha aramızdayken kadr-u kıymetlerini bilelim ve numune teşkil eden bütün meziyetlerini insanlığa sunalım. Gazetelerimiz, dergilerimiz, radyo ve televizyonlarımız bunu pekâlâ yapabilir. Temennim odur ki, gizli-saklı kalmış bütün değerli şahsiyetlerimiz gün yüzüne çıkarılsın ve onlardan istifade edebilmemize vesile olunsun.

Rabbul alemînden niyazımız, bu kutlu İslam davasının fedakâr erlerinin niteliğini ve niceliğini artırsın ve topraklarımızın şehidlerle bereketlenmesi için yeni yeni yollar açsın. (Âmin.)
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (6)
Hayır (0)
Bu Yorumu Yanıtla