Zaman Makinesi
Bir başyapıtla karşı karşıyayız. Kutsal kitap. Bilimkurgunun (TDK, yürü git) yüz akı. Canısı.
Bir toplantı var kitabın başında, anlatıcının Zaman Gezgini dediği biri önce üç boyutla, dört boyutla ilgili fikirlerini söylüyor. Dördüncü boyut olan zamanı beş yıl arayla çekilmiş fotoğraflarda görebileceğimizi belirtiyor. Üç boyutta seyahatin mümkün olduğundan, dördüncü boyutta seyahati de kendisinin mümkün kıldığından bahsediyor. Diğerleri karşı çıkıyor, olmaz öyle şeyler, efendime söyleyeyim, kafayı mı yedinler havalarda uçuşuyor. Sonra küçük bir model getiriyor Zaman Gezgini, masaya koyuyor. Zamanda bir yere yolluyor bunu. Geleceğe veya geçmişe gitmiş olma ihtimalinden bahsediyorlar zamanda yolculuk paradoksu açısından. Oradaki bir psikolog diyor ki yolculuk ışık hızına yakın olduğu için geleceğe veya geçmişe gitmişse onu görememiz doğal, çünkü çok hızlı falan. Ben bu açıklamayı anlamadım mesela. Yolculuk ışık hızında, o tamam. Nasıl ışık hızına ulaştığını sorgulamayalım, büyü bozulmasın. Kitap 1890'larda yazılıyor zaten, kuantum muantum bir şey yok o zamanlar. E yolculuk bitince hızı da kesilir? Neyse, zaten bilimden anladığım da TÜBİTAK'ın kitaplarını okumak. İki kilo hava da bence üç litre sudan daha ağırdır. O derece anlamıyorum yani, düşün.
Zaman Gezgini, yaptığı makineyi gösteriyor arkadaşlarına. Ardından bir sonraki hafta tekrar toplanıyorlar, Zaman Gezgini ortalıkta yok. Bir süre sonra geliyor, üstü başı perişan, yüzü müzü çökmüş, yorgun. "Bana bir şey sormayın, hikâyemi anlatacağım," diyor, anlatmaya başlıyor. Bu noktada kitabın olayına geliyoruz.
Zaman hızlanırken eğlence treninde gibi hissetmiş bizimki. Hizmetçisi fişuv diye odaya girip çıkmış. Hızlı gösterim gibi. Sonra tabii ev mev kalmıyor etrafta. Zaman aktıkça renkler değişiyor, dünya değişiyor. Korkunç bir görüntü aslında düşününce; güneşin doğuşuyla batışı, mevsimlerin hızlı değişimi. Bir de ışık hızındayken madde değil, enerji halindeyiz. Bu yüzden Zaman Gezgini de bulunduğu yerdeki şeylerin içinden buhar gibi geçtiğini söylüyor.
Sonrasında kendi zamanına dönüyor bizim gezgin, arkadaşlarına olanları anlatıyor ve cebindeki kurumuş iki çiçeği kanıt diye masaya koyuyor. Olay bu.
Bir günde biter, bence herkes okusun. İyi günler.