Hadula
Herkül Millas'ın önsözü. Okunabilir, spoiler yoktur. Değindiği meseleleri az az ele alayım. Birincisi, Yunan edebiyatının eserlerinin pek az çevrilmesi. Aynı şeyin onlar için de geçerli olduğunu söylüyor Millas, Halit Ziya Uşaklıgil örneği üzerinden giderek bu büyük yazarın Yunancaya çevrilmesinin gecikme nedenlerini düşünüyor. Değersiz bulunduğu için mi? Uşaklıgil'in öyküleri müthiştir, üstelik zamansız bir müthişliktir bu. Papadiamantis de müthiş, Millas'ın kıyasına göre. Sait Faik'in Yunanca çevirilerinin de piyasada bulunmadığı söyleniyor, aynı durumdan. İdeolojik meselelerden bahsediliyor, uzun hikâye. Yazar anlatılıyor sonra, numunelik bir adam. Atina Üniversitesi'nin felsefe bölümünde okumak için doğup büyüdüğü adadan ayrılıyor ve okulunu bitirmeden geri dönüyor. Fransızca öğreniyor, resim yapıyor, ders vererek geçiniyor. Öyküleri pek beğeniliyor, romanları da. Sakalı karmakarışık, düzensiz giysili, çamurlu ayakkabılı, defolu görünüşlü bir adam kısaca. 1906'da Atina'daki yazar kahvelerinde görünüyor, Kazancakis'in de takıldığı mekanlarda. Yaşamını sürdürmek için sürekli yazıyor, çeviriyor ve hastalanıp adasına dönüyor, 1911'de de ölüyor. Millas'ın çizdiği portre böyle. Edebi kişiliği hakkında ilginç bilgiler var; Yunan kimliğini ve dünyasını en gerçekçi ve çarpıcı biçimde yansıttığını düşünenlerle sıradan ve ahlaki öyküler yazdığını düşünenler karşı cephelerde. Muhafazakarlar ve Ortodoks Hıristiyanlar pek severmiş kendisini, halkın inançlarını ve değerlerini sıklıkla dile getirdiği için. Dil meselesi de ilginç; ağdalı bir dil olan Katharevusa ile halk dili Dimotiki'nin mücadelesi varmış, ideolojik bir savaş. Kathaverusa'yı kullanmış Papadiamantis, yenik grupta yer almış.
Yazarın Dostoyevski'ye benzetilmesini anlamlı buluyor Millas. Karakterlerin dönüşümleri, zıt kutuplar arasındaki gidiş gelişler Papadiamantis'in de esas meselesi. Hadula'ya baktığımız zaman tam Dostoyevskilik bir karakter olduğunu söyleyebiliriz. Halktan biri, şifalı otlarıyla geçinmeye çalışan, çocuklarına ve torunlarına bakmaya çalışan bir kadın. Bir noktada deliliğin kucağına düşene kadar şefkatini kimseden esirgemiyor, kırılışının ardından da sinsiliğini ve kurnazlığını seriyor ortaya. Papadiamantis ara ara karakterlerin geçmişlerini de kurcalıyor, Hadula'nın yardım ettiği insanları ve kendi çocuklarını Hadula'nın hafızası üzerinden metnin güncel zamanın dışına sıkıştırıveriyor ve anlatıyı derinleştiriyor, karakterleri de. Başta bilindik bir açılış var, Hadula'nın kişiliği hakkında biraz malumat. "Küçük bir çocukken ailesine hizmet ediyordu, evlendiğinde de kocasına kul köle olmuştu. Belki kendi mizacından, belki de kocasının yetersizliğinden, onun bakıcısı olma noktasına gelmişti. Çocukları olduğunda, onlar için saçını süpürge etmiş, çocukları da çoluk çocuğa karışınca, kendini tamamen torunlarını büyütmeye adamıştı." (s. 20) Anlatının geçtiği dönem bağımsızlık mücadelesinin çok uzak olmadığı bir dönem, yoksulluğun evin duvarlarında kök saldığı zamanlar. Arnavutlar ve Makedonlar ülkeye geliyorlar, Yunanlar bu iki ülkeye gidiyor, insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için hareket halindeler. Hadula ve ailesiyse yaşadıkları adada -Papadiamantis'in de yaşadığı ada, Skiathos- hayatta kalmaya çalışan yoksullardan. Kocasının biraz kolay kandırılabilir ve para tutamayan yapısı yüzünden Hadula kocasının maaşına allem ve dahi kallem edip el koyuyor, kara mizah devrede. Evliliklerinden öncesi ve sonrası da oldukça sıkıntılı; ailelerle alakalı problemlerde Hadula'nın hırsızlığı ve ailesini zor duruma düşürmesi gibi meseleler var. Tam bir objektiflik hakim, kadın ne bir azize, ne de bir günahkar. İyilik ve kötülük yan yana yürüyor.
Dönemin şarkılarından parçalar, insanlarından diyaloglar, denizlerinden balıklar ve patikalarında kaçışlar var bu metinde, zamanının iyi bir kaydını tutmuş Papadiamantis ve insanın doğasını bir güzel çeşitlemiş. Pek hoş, okunmasını tavsiye ediyorum. Kundera da övmüş Papadiamantis'i, bu da önemli bir şey.