“ölüm, yaşam, kanser, annelik” gibi bu kadar gerçekçi konuların etrafında gezen, yirmi altı yaşında bir yazardan hem eğilen bükülen kelime oyunları, hem tüyler ürpertici anlatım dili, hem nereye konulacağı bilinemeyen bir aşk. Ölüm zaten kabullenmekte zorlandığım, gerçekliğinden nefret ettiğim bir kavramken kitap birde kendi ölümünü bekleyen bir kadının içine hapsediyor. Bu kadının bedeninde ise annesi ve kızıyla olan iletişimi, yaşananlar/yaşanamayanlar, yaşandıkça tutarsızlaşan aşk, inanç ve tanrı, iki farklı anne figürünün kızına veda edişi ve daha pek çok can yakıcı noktalara parmak basmasını kitap boyunca bir şekilde dayansamda son elli sayfayı kaldıramadım. Bazen Iris oldum ve bir gün veda etmek zorunda olduğum anneme baktım, bazen Lia oldum ve bir gün anne olursam kendi kızıma veda etmek zorunda olduğum geldi aklıma.