Her kendini bilen ehl-i mürekkebin hayalidir kırk hadis yazmak, yazıp da hadisin müjdelediği zümreye dahil olmak. İster alim olsun isterse şair. Her ne kadar şiirle yapılan bir hadis şerhi beklense de, şiirden arınmış olarak bunun yapılması da farklı bir yaklaşım olmuş. Aslında ben şairleri şiirden ayrı duramazlar diye bilirdim. Kitapla ilgili “Hak ettiği ilgiyi bulamadı, arzu edilir bir yankı uyandırmadı” şeklindeki yaklaşımlar da aslında hep satış rakamları üzerine kurulmuş yorumlar olduğunu söylemek gerek.
"Müslüman'ın kendi kadrini, konumunu, değerini, bu dünyada nasıl bir yer işgal ettiğini bilmesi; şahsiyetinin tekâmülü yolunda 'istikamet azığını' mükemmelden uzaklaşma korkusu ile mükemmele ulaşma ümidi arasında ve bir kulluk idraki içinde temin etmesi gerektiği; bir gün mutlaka hesap vereceğini birinci meselesi yapmayan insanın ziyanda; Müslümanın hayatının gayrimüslim insanların hayatından farklı ve üstün olduğu gibi meselelerin altını kalın bir şekilde çiziyor. Ahlakın engin boyutlarını da gözler önüne serdiği bu kitabında, bizlere "niçin bu halde olduğumuzu” hatırlatıyor ve "nerede ve nasıl olmamız gerektiğini" işaret ediyor. Yine bizlere "hadisleri gölgeye çekme yahut daha sisli bir alana sevk etme" çabasının altında, İslam dünyasını İslam dışı bir merkezden idare etmeye çalışanların ve bu kimselerden nemalanıp aynı doğrultuda mesai sarf edenlerin tuzaklarının yattığını ihtar ediyor. Bunun önüne de, ancak hadisleri canlı tuttuğumuz ve bunları yaşanılır kıldığımız oranda geçebileceğimizi belirtiyor. Türkiye'de ve sair yerlerde Sünnet karşısında itirazi bir tavır takınan Modernistlerin bu tavrının altında kendilerini daha çok söz sahibi kılma endişesi yattığı; ayrıca modern insanın ‘çare’ diye sunduğu şeyin bizzat ‘hastalık’ olduğunu da nazarımıza vuran İsmet Özel pek güzel bir ifadeyle, "Allah Resulü'nün bize öğrettiği şey, hayatımızın hâlis olarak yaşanabilmesi için, bize sağlanan bir yardımdır" diyor. (Röportajdan)
Kitaptan alıntıları şöyle özetleyebiliriz:
Bir hadis-i şerifin bir şairle ne ilgisi olduğunu, bir hadisin bir şaire neler ilham ettiğini, bir hadisin bir şaire hangi bakımdan ikramda bulunduğunu öğrenmek hoşunuza gidecekse doğru yere geldiniz. (s.7)
Müslüman olmak hayattaki yanlışlığın giderilmesi gayesine dönük değildir. Müslüman olmak hayatın yanlışlığına katkıda bulunmaktan imtina etme iradesinin işaretidir. Yaratıcı tarafından yaratılmış olana yapılan teklifin kabulüdür. Mükellefiyetlerden yan çizmeme iradesinin beyanıdır. (s.10)
Bir gün gelip de hesaba çekileceği meselesini birinci meselesi yapmayan insan Müslüman adı taşıyabilir, ama Müslüman vasfı taşıyamaz. (s.11) Eğer insanlar bu dünyadan başka bir dünya olduğunu, bu dünyadan göçtükten sonra bu dünyadan yaptıklarının hesabını vereceklerini düşünüyor olsalardı, ne bu kadar enerji tüketir, ne uzay araştırmalarına bu kadar önem verir, ne de insan genlerinin oynanabilir hale getirilmesine masraf ederlerdi. (s.25)
Hadislerin sahih olup olmadıkları meselesini genel olarak hadislere güveni sarsan bir yoruma götürmek çok tehlikelidir. Yalnız tehlikeli değil, aynı zamanda zararlı bir tutumdur. (s.14)
“Kitaplar ayna gibidir, aynaya bir maymun bakınca oradan bir havarinin görünmesi imkansızdır.” Lichtenberg-Alman düşünür (s.20)
“Batmakta olan bir gemideki son hükümlünün idam cezası infaz edilmelidir” (I.Kant) (s.69)
Biz Müslümanlar öyle bir yükümlülük altındayız ki, Allah indinde güzel olamayacak herhangi bir şeyi güzel görme durumunda değiliz. Buna hakkımız yok. Yani, neyi güzel görüyorsak, bunun Allah indinde dahi güzel olup olamayacağı konusunda kendimizi sorgulamaktan kaçamayız. “Etik estetiğin bir şubesidir” diyor Andre Gide… Müslümanlar estetik ölçülerin timsali olmalıdırlar ki Müslümanların güzel gördüğü şey Allah indinde dahi güzel olsun.(s.77)
Müslümanların güzel gördüğü şeyler hiçbir şekilde bir yozlaşmanın yansıması, bir çözülmenin mahsulü olmayacaktır. Müslümanların güzel gördüğü şeyler mutlaka bir yapıcılığa, mutlaka bir üstünlüğün tanınışına, fark edilişine ilişkin olacaktır. (s.79) Bizim Müslüman olarak istesek de istemesek de bağlanacağımız şey ‘güzellik’ olmalıdır. (s.80)
Müslüman olmak, dünyada Allah’ı zikretmek üzere var olduğumuzu bilmek demektir. (s.90)
Sabır dediğimiz şey tahammül değildir yahut tahammülden ibaret değildir. Sabır dediğimiz şey, Allah’ın nurunun tamamlanacağı konusunda kesin imanı olan insanların kendilerine Allah’ın emri olarak ulaşan şeyleri yapmaları, Allah’ın emir olarak ulaşmayan şeyleri yapmamaları demektir. Bir şeye sabretmek, bir gün o sabrın sona ermesi ile anlam kazanır. Tıpkı oruç tutmakla sabretmenin benzeşmesi gibi. (s.104)
Bir gün müritlerinden birisi Bahauddin Nakşibend’e demiş ki: “Efendim, siz bize çok güzel şeyler söylüyorsunuz; fakat bunları nasıl anlamamız gerektiğiniz söylemiyorsunuz.” Bunun üzerine Bahauddin Nakşibend. “Evladım ben sizin önünüze içi çok lezzetli yemişlerle dolu bir sepet getiriyorum. Sen de bana, efendi hazretleri bu meyveleri benim için yer misin diyorsun” demiş.(s.118)
Takdir ile karar yan yana yürür, belki de üst üstedir, iç içedir. (s.122)
Müslümanların birbirlerine davranışları olduğu kadar bakış açıları da itikadi konumlarını hem işaret, hem de tayin eder. O manada, biz ne yapıp yapıp bir başka müslümanın hayatını kolaylaştırıcı bir yol tutmalıyız. Bunu yapmamız bizim kendi hayatımızın kolaylaşması anlamına gelecektir. (s.135)
Hayat tasarruf etmek için değil, sarf etmek, harcamak içindir. (s.144)
İyi ameller hususunda acele etmek fitnenin karanlığına rıza göstermemek anlamına gelir. Eğer acele etmiyorsak biz de karanlıktan istifade edenlerden biriyiz demektir. (s.210)
Kur’an-ı Kerim bizim ‘yap’larımızın ve ‘yapma’larımızın ne olduğu konusunda zihnimizi aydınlığa kavuşturur. Bir hidayet rehberi olan Kur’an-ı Kerim bir dünya görüşünün, hayata bakışın, bir davranış bütünlüğünün kurallarını ya da kuralları da aşan ruhunu bize ulaştırır, yansıtır. (s.233)