“Ne zaman aklıma Sabahattin Ali düşse içimi hep bir hüzün kaplar nedense. Belki duygu dünyasını kendime çok yakın bulduğumdan belki de yazdıklarını olağanüstü bir hayranlıkla sevdiğimden. Ama sebep ne olursa olsun onun hem şiirlerini, hem hikâyelerini hem de romanlarını doyasıya okumuş olmanın tadını herkese anlatacağım. İnsanların duygu ve düşünce dünyasına böylesine aydınlık salan bir aydının nasıl öldürüldüğünü dahi bilmiyoruz. İşte Sabahattin Ali’ye olan bu derin sevgim beni Hıfzı Topuz’un Başın Öne Eğilmesin romanına götürdü ve orada onu daha iyi tanıdım. Hem yaşadığı dönemin siyasi oluşumları içinde onu daha iyi anladım hem de duygu dünyasının satırbaşlarını öğrendim. Gerçekten de mükemmel bir anlatı bu eser. Tavsiye ederim herkese.
“Aydın adam diye ekmek parasından başka şeyleri düşünen adama derler.” diyor S. Ali. İşte o yüzden de düşüncelerini hiç ödün vermeden yayımlıyor.
“Çevren beni tatmin etmediği sürece onlardan uzaklaşmaya ve beni doyuran kitaplata dönmek zorundayım.”(s:53)
“İnsan ancak kafasının içinde yaşar, kafası hep aynı biçimde işleyen bir adam, yaşamı ne kadar zengin olursa olsun yaşamış değildir. Çok ve çeşitli yaşamaktan bir şey çıkmaz; çok ve çeşitli düşünmek gerekir.” (s:74)
“Bence bir kızla ahbaplık eder etmez aklına evlenmeyi getirmek bir kuzuyu okşarken ‘ Kaç okka eti çıkar, pirzolası nasıl olur?’ diye düşünmeye benzer.” (s: 74)
Yazarın duygu dünyası da oldukça renkli ve karışık. Kendini sürekli aşık buluyor. Ve diyor ki: “Bende aşk mıknatıs gibi bir şey, her zaman var, yalnız mıknatısa yapışan cisimler değişiyor.” Önce Yozgat’ta öğretmenlik yaptığı yıllara ait Nahit Hanım var. Ona aşık. Sürekli mektup yazıyor ama karşılık göremiyor. Diyor ki: “Açıkça ve terbiyesizce söylüyorum: Ben vücutlarımızın değil, kafalarımızın birleşmesini istiyorum.” Yazdığı bir şiirde de “Mademki aşk içkisini kabul etmeyecektin, niçin kalbimin kadehini kırdın ey yar!” demektedir. Sonra Melahat adında 15 yaşında bir öğrencisine aşık oluyor. Ve ÇOCUKLAR GİBİ şiirini ona yazıyor ve galiba şiirini adı sevdiğinin yaşı yüzünden Çocuklar Gibi.
Yazdığı bir şiirle hükümete bağlılığını ispatlamış yeniden Milli Eğitim’de görev alır. Hikâyeleri, şiirleri, romanları ve çevirileri( Yüzbaşının Kızı) ile tanınmaya başlar. Daha sonra gazeteciliğe başlar. Birçok gazetede çalışır. Daha sonra kendisi Aziz Nesin ile Markopaşa adlı mizahi gazeteyi çıkarırlar. Ama kapatılır. Merhum Paşa koyarlar adını, kapatırlar. Ali Baba derler, kapatılır. Ne yapsa baş edemez. Çalıştırılmaz. Gereksiz ve anlamsız sebeplerden kapatılan bu gazetelerdeki yazılarında dolayı kısa aralıklarla hapse girip çıkmaya başlar. Sivil polisler peşindedir ve sürekli göz hapsindedir. Ve sonunda kamyon işine girer ve nakliyecilik yapmaya başlar. İşte o zaman yurt dışına, Bulgaristan’a, kaçma planları yapmaya başlar. Ve hapishane arkadaşlarından birinin kanalıyla Ali Ertekin ile tanışır. Ali Ertekin, emniyetle ilişkisi olan eski bir başçavuştur. Onu Bulgar sınırına götürür ve orada öldürür. Ya da verdiği ifadesinde öldürdüğünü söyler. Aslında o sadece bir maşadır. Ölümün arkasında emniyet vardır. İşkence ile öldürülür. Ölüsü bulunduğunda durumu şu şekilde:
“Kafatasında çatlaklar ve sarımtırak saçlar vardı. Cesedin boyu 1.70 kadardı. Kollar kopmuştu ve çürüyen etler kemiklere yapışmış ve yer yer kemirilmişti. Gözler yok olmuştu. Giysilerinden hiçbir iz kalmamıştı. Ayakları çıplaktı. Suda yüzükoyun çırılçıplak yatıyordu.( s:250)”