1984'te hazırlanan eser o günün bilimsel neticeleri ile ayetlerin içerdiği gerçekleri buluşturmaya çalışmış. Kitap 50 başlık ve içerdiği ayetlerden müteşekkil. İlgi çekici başlıklar içinde ‘Yağmurun sırları, Abdestin sırları(sağlığın altın anahtarı), Hayat getiren nimet Oruç, Bal ve arının harika öyküsü, Korkunç düşman alkol, Namaz ve ruh sağlığı, Devenin sırları, Rüzgarın sırları, Domuz etinin sakıncaları, Kalpteki sırlar, Anne sütünün önemi’ konuları göze çarpıyor. Bazı konularda ifade edilen bilimsel gerçekler içerisindeki fizik, biyoloji ve matematiksel terimler ise anlaşılabilmesi için konu hakkında alt yapının olmasını ihtiyaç hissettiriyor.
Ömründe hiç sinemaya gitmediğini söyleyerek övünen bazı muhafazakar ailelerde bile sinema (tv/internet) evin baş köşesine oturmuş bütün haşmetiyle hükümranlığını sürdürüyor.(s.5)
Günümüz insanının büyük hacimli kitap şöyle dursun, okumaya bile vakti yok. O dinlemek ve seyretmekle avunuyor.(s.6)
Kur’an’ın yüceliğini, bütün insanlar ömürleri boyunca uğraşsalar yine de O’nu anlatmaya güçleri yetmez. Kur’an ilahi sanatın kelam sırrıdır. Kur’an dışında, tüm yazılanlar eskimeye, hükümlerini yitirmeye mahkumdur. Her şey sonludur. Kur’an’ın her geçen gün daha canlı ve ebedî olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. O’nun bilimsel hikmetleri zaman içinde âdetâ yeniden canlanıyor. Bizim gözümüz hep canlı olan ayetlerin sırrını, zaman içinde fark edebiliyor. Her gelen nesil onda yeni bir hikmet buluyor. Şüphesiz bu, gelecek nesiller için de böyle olacaktır.(s.7)
Ayrıca eserde belirtilen ilmin verilerinin zamanla değişeceği yönündeki şu örnek de ilginçtir: 1912 yılında İngiltere ‘de ünlü Britich Museum’da bir insan kafası iskeleti teşhir edildi. Altına konulan plakette bu iskeletin beşyüzbin yıl önce yaşamış bir insana ait olduğu ve bu adamın insanın atalarında biri olduğu yazılı idi. Tam 40 yıl bu kafa iskeleti üzerinde nutuklar, konferanslar verildi, kitaplar yazıldı, inkarcıların sermayesi oldu. Ne var ki radyoaktif karbonun keşfinden sonra, 1952 yılında bu iskeletin insana, çenesinin maymuna ait olduğu anlaşıldı. İnsana ait baş 150 senelik, maymuna ait çene ise 60 yıllık idi. Bu olay aslında büyük bir bilimsel skandaldı. İskelet müzeden atıldı.(s.36)
Fizik bilimi günümüzde Allah’ı ve Kur’an’ı inkar yollarını kapamıştır. İnkarcıya, bilim şehrine giriş vizesi yoktur.(s.142)
Ah, eczanelerde tevekkül satılabilse de insanlar kuyruğa girip kapışsalar! Ne çare ki, bu recete yalnız İslam eczanesinde yapılmaktadır.(s.224)
Kalp, madde ile madde ötesinin ağızlaştığı bir istasyondur.(s.289)
Müellif ile ilgili şu değerlendirmeyi de ifade etmek isterim:
Eserlerinde pozitif bilimlerle İslamî gerçekler arasında yakın ilişki kurmaya çalışan ve bunu kendi felsefesi haline getiren Nurbakî, özellikle Kur’an ayetlerinin bilimsel gelişmeleri kuşatıcı özellikleri üzerinde durmuş, abdest, namaz, oruç gibi ibadetlerin insanın beden ve ruh sağlığına mucizevî etkilerini yine biyolojik ve tıbbî gerçeklere dayanarak dile getirmiştir. İlgili ayetleri bu açıdan yorumlayıp bazı zorlama izahlara gittiği yönünde eleştiriler alan Nurbakî, bununla birlikte evrim teorisi, ruh göçü ve dünya dışı akıllı canlıların varlığı gibi teorilerin Kur’an’da yer aldığına dair iddiaları reddeder. Müsbet ilimler-dinî ilimler ayırımını kabul etmeyen müellif ilimlerin bir bütün halinde ele alınması gerektiğini savunur. Çalışmalarında gönül dünyasına vurgu yapan ve akıldan çok kalbi ön plana çıkaran Nurbakî’ye göre gönül imanın doğduğu ve yaşayabildiği tek iklimdir. Bu sebeple İslam büyüklerinin yüksek ahlak ve fazilet anlayışlarının öğrenilmesinin önemi üzerinde durur. Ayrıca ahlakın temel konularından biri olarak İslam’da kadının önemine dikkat çekmiş ve bu konuyu sık sık gündeme getirmiştir. (İs. Ans, 33/249)
Yine eserin yazılış amacı ile ilgili şu değerlendirmeyi de hatırlamakta fayda var:
Batıda gözlenen bilimsel ve sosyal gelişmeler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yazılan Kur’an tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir. Bu çerçevede, Kur’an’ın çeşitli bilimlere ve bilimsel buluşlara işaret ettiği ve onlara kaynaklık edebileceği düşüncesi doğmuş ve bu amaçla tefsirler kaleme alınmaya başlamıştır. Bu eserlerde Batı’daki bilimsel gelişmenin sonuçları esas alınmış, ya Kur’an’ın bunları önceden bildirdiği ya da bunlarla çelişmediği gösterilmeye çalışılmıştır. Bilimin sonuçlarını temel alan ve bunları Kur’an’a doğrulatmaya çalışan bu yaklaşım büyük bir yanılgı üzerine inşa edilmiştir. Kuşkusuz Kur’an, dış dünyadan deliller getirerek insanları bunlar üzerinde düşünmeye çağırmış; ayrıca insandan çevresini ve yaratılışı gözlemesini istemiştir. Ancak bu çağrı temelde Allah’ın kudretini ve yüceliğini anlatmaya yöneliktir. Bilimsel tefsir yaklaşımında benimsenen tutum ise, Kur’an’ın modern bilimle çelişmediğini göstermeye çalışmaktan ibarettir. Bu tür tefsirler arasında; İskenderânî’nin Keşfül-esrarin-nuraniyye’si, Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın, Serairül-Kur’an’ı ve Tantavî Cevherî’nin el-Cevahirül-Kur’an’ıdır. Öte yandan bu yönetim benimseyen müfessirler, çağdaşları tarafından eleştirilmekten kurtulamamıştır. Söz gelimi Emin elHulî, bu yöntemin Kur’an-ı Kerim’i bir bilimler ansiklopedisi şeklinde ele aldığını ve asıl özelliği olan din3i ve ahlakî yönünü ihmal ettiğini belirtmiştir. Son dönemde bu görüşün öncülerinden S. Ahmed Han, Muhammed Abduh ve M. Reşid Rıza, öncelikle klasik tefsir geleneğine yönelik şiddetli eleştirilerle kendilerini göstermiş, bu tefsirlerin uydurma hadislerle, israilî rivayetlerle ve gereksiz dilsel açıklamalarla doldurulduğunu savunmuşlar bunun yerine tarihî miras bir kenara bırakılmalı ve İslam yalnızca Kur’an’a dayanarak yeniden yorumlanmalıdır. Bu nedenle Kur’an’daki bazı anlatımlar modern zihne uygun bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Mesela M.Abduh, Fîl suresinde anılan ‘ebâbîl’in, bazı mikroplar taşıyan sinek türü bir hayvan olabileceğini belirtmiştir.(Kur’an’a Giriş, Mehmet Paçacı, s.129-130)