Üzerine düşünmeye değer pek çok soru sorduran bir kitap ...
Otomatik Portakal, okurken rahatsız etmeyi başaracak kadar canlı bir anlatım sağlayan birinin kaleminden çıkmış. Hikâyenin yarısını karakter gelişimine harcamış ki bu ikinci yarıda ele alınan konu için elzem. Anti kahraman yarattığını düşünürsek aslında riskli bir seçim. Yazıldığı dönemin atmosferini yansıttığı halde o zamanın okurunu dahi dehşete düşürmüş. Özellikle, bir kitabın değerine ilk birkaç sayfada karar verme gafletine düşenlerin kitabın besleyici kısmına ulaşamamaları mümkün. Eğer olur da çeşitli sebeplerden kitabı yarıya varmadan bırakmayı düşünürseniz, bir şans verip ilerlemenizi tavsiye ederim. Mükemmel bir perspektifle ele alınmış ve detaylarda derin anlamlandıran bir kitap. Müthiş bir son yazıldığını söyleyemem, sonda tatmin edici bir veda olmuyor bu kitaba. Üstelik ikinci kısımda çok fazla boşluk var. Başta inşa ettiği o etkiyi ikinci kısımda kaybediyor. Birden her şey hızlanıyor ve nedense oldu bittiye geliyor kitap. Yine de bu haliyle bile size ve okuma tecrübenize çok şey katacağını düşünüyorum.
Kitap argo bir dille yazılmış ve çevirmen de bunun hakkını vermiş. Birkaç noktada daha iyi tercihler olabilirdi diye düşünüyorsunuz ama genelinde atmosferin içine giriyor, karaktere inanıyorsunuz. Kitabın detaylı olarak suç sahneleri işlediğini göz önünde bulundurmanızda da fayda var. Size uygun olmayabileceğini veya benzer travmalardan dolayı ruhsal sağlığınızı tehdit edebileceğini düşünüyorsanız grupla okuma tavsiye edebilirim. Bir okuma grubuyla bölüm bölüm okuyup üzerine tartışarak ilerlemek tatsız duygulara çekilmenize engel olabilir.
Buradan sonrasında sürpriz bozan detaylar verebilirim.
Kitabın adıyla başlayalım. Tavsiyem adını unutup öyle okumanız olur. Çünkü bu konuda pek tatmin olamayacağınızı söyleyebilirim. Çeviriden dolayı mı bilmiyorum ama adıyla kitap bütünleşmiyor pek. Orijinalinde o anlamı daha çok yakalıyorsunuz ama yine de metin içinde çok da etkili kullanıldığını düşünmüyorum. Tokat gibi çarpması gerekiyordu son bölümlere doğru. Yine de üzerine düşününce bir yere bağlanıyor elbette. Kitabın arka kapak yazısında da okuyacağınız gibi argo bir deyişten geliyor adı. Yazar çok beğeniyor ve bir kitap adı olarak kullanmak istiyor. Başkaları tarafından yönlendirilen tuhaf bir tip anlatılır bu ifadeyle. Clockwork kelimesi saat mekanizmasıdır ve bildiğiniz gibi saatler kuran kişinin zamanını gösterir. Orange yani portakal kelimesinin seçilmesinin de yine arka kapak yazısında bir açıklaması var. Ancak ben bunu bir saat mekanizmasıyla can bulmuş bir portakal gibi yorumlamak istiyorum. Doğasından uzaklaşmış ve bir portakal olmanın gereksinimlerini yerine getirme konusunda mekanik bir sistemin boyunduruğuna girmiş oluyor. Bilin bakalım, kim gibi? Evet, Alex.
Alex, 15 yaşında bir ergen gibi değerlendirilebilir ilk okumada. Yani henüz kendini bulamamış ve fırtınalı bir arayış içinde kaybolmuş biri gibi görünebilir. "Ah, çevresi kötü olmasa iyi çocuktur aslında." gibi düşünebilirsiniz. Ancak kitabı okudukça kendini aslında tanıyan ve kötülüğü bir seçim sonucu elde etmiş olduğunu anlıyorsunuz. Çizgileri olan, neyi sevip sevmediğini gayet iyi bilen, özüyle ilgili iç sorgulamalarla boğuşmayan biri. Göreceksiniz ki vicdan azabı, pişmanlık duymuyor. Sabahlarının resmedilişi de melankolik değil. Yani Alex'i bir çocuk olarak göremeyiz artık.
Kitabın içindeki sorgulanan düşünceyi az çok biliyorsunuzdur. Papazın da üzerine basa basa söylediği gibi, birinin elinden karar verme hakkını alırsak o kişi kötülük yapmadığında iyi biri kabul edilebilir mi? Hepsinden öte bu kişiyi insan olarak görebilir miyiz? Yaptıklarına bakınca zaten insanlığını sorguluyor olacaksınız ama Pavlov'un klasik koşullanmasını da temel aldığını düşününce burada daha derin bir sorgulamanın bulunduğunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Peki insan olmaması durumunda dönüşülen şey ne? Şu anda bile özgürce aldığımızı düşündüğümüz kararlarda dahi ne çok şeyin etkisi altında olduğumuzun farkında değiliz. Mesele insan olup olmadığı sorusu değil aslında. Burada toplumsal huzuru sağlayabilmek adına suç işleyen kişinin kazanılmasının mümkün olup olmadığı sorusu. Bu çok ilginç. Klasik koşullanmanın bir yöntem olarak seçilmesi kesinlikle kitabı çekici kılan bir detay. Sonucunu görmek istiyorsunuz. Peki, suça iten nedenler çözümlenmeden bu koşullandırma içsel bir hapishane yaratmıyor mu? Kitabı o sona bağlayan asıl sebep de bu aslında.
Tedavi için kullanılan teknikte Alex'in bilinçaltını görüyoruz. Başta bunların seçilmiş gerçek görüntüler olduğunu düşündüm ama ya bilinçaltının bir yansıması ya da Alex oradaki kişiyle öyle özdeşleştiriyor ki kendini orada olanlardan bağımsız bir halüsinasyon tecrübe ediyor. Olaylar paralel gidiyor gerçek hayatıyla ama nedense daha vahşi yansıyor. Bu da demek oluyor ki Alex kötü biri olmayı seçmiş ve hatta derinde daha vahşileşme isteği var. Ancak bir şekilde bazı yaptırımlar onu frenliyor, şaşırtıcıdır ki. Yalnız bir detay var ki okurken çok dikkatim dağıldı. Okumaya devam etsem de zihnim orada kaldı. Bu görüntülerin içinde Nazi Almanyası'ndaki işkenceler de vardı. Ancak eğer gözden kaçırmadıysam Alex'le ilgili böyle bir detay verilmiyor. Alex'in zihninde neden böyle bir görüntü var ? Alex'in kötü olmayı seçmesindeki neden bu detayda gizli olabilir mi?
Detaylarda çok fazla lezzet var ve her biri okuma sürecini verimli hale getiriyor. Metni kanırta kanırta okumakta fayda var. Dönem ve yazar okuması yaptıktan sonra yeniden okumak iyi olabilir. Müziğin dramatik yapının bir parçası haline gelmesi, tedavi amaçlı uygulanan teknikle ilgili detaylar, papaz ve bakanın iki farklı görüşü temsil etmesi ve din ve devletin bireyin menfaati için yaklaşımına bir bakış açısı sunması, ihtiyaç duyulan şeyin iyiliğin var olmasını mı, yoksa tercih edilmesi mi sorusu, iğnenin etkisiyle görüntülerin izletilmesinin Alex'te zihinsel bir değişime sebep olmaması ve beyinle beden arasında uyum problemi yaratması, bununla birlikte toplumu koruma adına Alex'i dış tehlikelere karşı savunmasız bırakması sorunu ve Alex'in aslında yine topluma kazandırılamamış olması gibi üzerine düşünülecek çok şey var. Okumanın güzelliği asıl burada yatıyor işte. Tüm bu sorular cevap bulmasa bile sadece sorulması dahi düz bir okumadan daha çok şey kazandırıyor. Bu kitap da kendinize ve topluma dair derin düşüncelere itecek ve çok daha geniş bir açıdan bakmaya başladığınızı fark edeceksiniz.