Toplam yorum: 3.253.599
Bu ayki yorum: 5.625

E-Dergi

Nedense35 Tarafından Yapılan Yorumlar

03.10.2012

Çerokiler'in yaşamını okuyunca ülkemizde de buna benzer birçok olayın yaşandığı hissini dıyan kaç kişi var ki? Türkiye'de azınlık olmanın, farklı olmanın, farklı konuşmanın farklı yaşamanın ayıp ve bastırılması gereken bir durum olması gerekirliğini yaratmanın tam olarak manasını kavrayan kaç kişidir? Kuşkusuz Kızılderililer, Beyaz Adam'ın doğayı ve insanlığı katletmesine karşı müthiş bir direnç göstermişlerdir, yaşamak için daha fazla ölmüşlerdir. Bugün tek bir Çeroki bile bunları anlatıp, okumamızı sağlıyorsa, Çerokiler gibi, diğer halkları, toplulukları da anlamak gerekiyor; yaşarken anlamak insanlıktandır, öldükten sonra anmak ise acizliktir. Carter ile ilgili manipüle edilmiş birçok bilgi var. Kimisi Çeroki bile olmadığını söylese bile, kimse bu kadar bilgiyi, durumun içinde olmadan anlatamaz. Evet, bazı durumlar aşikardır ancak bu aşikarlığın ötesinde bir yol göstericiliktir. Okunması gereken kitaplardan birisidir. Küçük Ağaç'la birlikte biz okuyucular da, eğitildik, öğrendik. Bu yanları bile başlı başına sistemin çarkına taş koymaktır. Sistem hep Efendi'nin istediği şekilde işlerken, Efendi'ye uymayanlar gerçek tarihi yazanlardır. Tüm ebeveynler için müthiş bir kaynak kitap niteliği taşır bu kitap. "Agucuk-gugucuk"tan, çocukları oyuncak delisi ve televizyon manyağı yapmanın, onları geliştirmekte hiçbir yararı olmayacağını yüzümüze vurmuştur. Her insan, birey olarak dünyaya gelir ve doğaya bir şekilde uyum sağlar. Çünkü doğa ve canlılar, bu Gidişat'ı yaratır. Gidişat'ı pek iyi görmüyorum. Buna rağmen umut ışığı olması anlamında, 52 yaşında vefat etmiş olan Carter'ı anlamak adına, Çerokiler'e ithaf ettiği bu kitabı okumak gerekiyor. Çerokiler nezdinde, aynı durumu, aynı kaderi paylaşmış halkların kurtuluşu adına geleceğe onurlu bir bakışı olan aydınlık yüzlere selam olsun.
03.10.2012

Günümüz şiir anlayışı ile ustalarımızı anlayamayacağımızı anladım. En azından bu kitabın arka bölümünde şiirlerin, yaşanılan zaman dilimlerine göre göndermelerini anlatmış. O kadar sabit fikirli olunuyor ki, bırakın imayı, açık bir dille söylense bile durum kendisini anlatamıyor. Attila İlhan'ın meşhur şiiri olan Ben Sana Mecburum, kuşkusuz bu kitabı alanların referans noktasıdır. Ancak mesele sadece bu şiirden ziyade, Attila İlhan'ın yaşadığı dönemdeki hissiyatını kavramaktan geçiyor.
03.10.2012

John Holloway'i kitap fuarında gördüm, dinledim. Kendisi Güney Amerika'nın tüm sorunlarını anlamış ve marksist bir eleştiri noktası getirerek her kitabında bunu bizlere yansıtmış bulunuyor. Ancak her durum kendi şartına bağlı olarak gelişir; devrim, coğrafyadan coğrafyaya, ülkeden ülkeye değişir. Ol sebepten, kendisinin "çıkış" olarak gösterdiği yanların Türkiye'de geleceği görünmüyor. Gerçekçi olmak eğer yola taş koymaksa, doğrudur, öyle yapıyorumdur. Ancak kapitalizmin azgın sömürü çarklarına takılan, hatta en ufak bir yerine bile dokunan, değen, onunla kanıksanmış bir hale bürünüyor. Yanlış hayatın doğru yaşanmaması sorunsalı en büyük problem. Güvenli bölgeler yaratıp yaşamak da doğru değil. Belki de okur-yazar oranı ile ilgili bir mesele bu. "Türkiye'de cahil çok" demek doğru değildir, bu kadar insanı cahilliğe terk eden zihniyet niye sürekli kazanır, bunu anlamak gerekir. Potansiyeli ortaya koymaya başladın mı, hayatın dinamiğine karışır ve sürekli olursun. Mesele bu noktada: potansiyeli açığa çıkarmakta. Yine de Holloway'in dediği gibi durmayacağız, duvarları parçalamaya çalışacağız; başka bir yolu yok çıkmanın.
03.10.2012

Yaşar Kemal yaşayan en büyük ustadır. Son zamanlarda sağlığından tam net bir bilgi alamasam da, kendisinin bu dünyada, bu ülkeden geçmiş en büyük yazar olabildiğini bilmekten büyük gurur duyuyorum. Taşralı, köylü - kentli ayrımı başladığından beri, ırgatların, işçilerin-köylülerin yaşamı, karşılaştıkları olaylar, sorunlar, elbette tüm Türkiye'lilerin sorunu olmalıydı ancak öyle olmadı. Tüm yük ırgatlara bindi ve kentliler görmedi bunu; göstermek istemediler bu dramları. Ancak adını andığımız ustalar değindiler bu olaylara, biz de, o zamanların Türkiye'si ile bugünün Türkiye'sini onlar sayesinde anlıyoruz. O günden bu güne tarımdaki tekelcilik, sapla samanın birbirine karışması, tarımda ithalatlar, hayvancılığın bitirilme noktasına gelinmesi, ithat et kavramını ortaya çıkarmalar, Türkiye'nin en derin yarası olmalıyken, bu hiçbir zaman ciddiye alınmadı. Köylü milletin efendisi ise neden üç kuruşa, beş kuruşa köle şartlarında çalıştırılmak isteniyor ve bu yükü tek başına sırtlamaya çalışıyor? Buna Sabahattin Ali değinmişti, gayet de güzel anlatmıştı. Yaşar Kemal ise 60'lı, 70'li yılların bir içeriğini sunuyor bizlere. Fabrikatör, aga, paşa ülkesinin yarınları değişmedi usta. Ama sen bizi öyle bir Çukurova'ya yolluyorsun ki, okurken biz de çalışıyoruz, çabalıyoruz. Sanırım en büyük eksiklik, kendin gibi olmayanı anlayamamak. Bunu başaracağız bir gün. Bir gün mutlaka bunu başaracağız. Anlayacağız, dinleyeceğiz ve hep birlikte kalkındıracağız bu güzelim ülkeyi. Ustalarımızın ruhları bizlere ışık olacak, aydınlıklara yürüyeceğiz.
03.10.2012

Hayatım boyunca öykü okumaktan çok zevk almışımdır. Bunun ana sebebi elbette Sabahattin Ali'dir. Onun öykülerinde bambaşka bir hava, tat vardır. Lakin, ilk Orhan Kemal romanları okumaya başladığımdan beri, hepsi birbirinin devamı şeklinde süregelen toplumcu gerçekçiliğin aynasına baktığımı farkettim. Aynada kendimi görüyordum ancak kendimde Sabahattin Ali'yi, Orhan Kemal'i, Yaşar Kemal'i, Rıfat Ilgaz'ı, Kemal Tahir'i, Aziz Nesin'i görüyordum. Ekmek Arası, okuduğum öykü kitapları arasında ilk sıralara oynayan bir kitap. Sürekli kişisel gelişimden bahseden insanlar, kendi geçmişlerini, kendi toplumlarının geçmişini bilmeden nasıl olur da geleceğe doğru uzanmaya çalışır, anlam veremiyorum. Ekmek Kavgası can'dır, okunması gerekir.