Toplam yorum: 3.040.805
Bu ayki yorum: 1.500

E-Dergi

Editörün Seçtikleri
02.02.2012

Ali URAL yeni tanıştığım bir yazar. Hikayeleri okurken tüyleriniz diken diken oluyor. Fakat her okuduğunuz hikaye sizi biraz daha insan olmaya davet ediyor. İnsan olarak kaybettiğimiz duyguları hatırlatıyor.
10.03.2011

Tanrıça serisi gerçekten çok güzel,anlatılan aşk güzel,betimlenen ortam güzel... Daha da önemlisi kötü adam bildiğimiz Hades seksi bir tanrı olarak karşımız çıkıyor.Ölüler Ülkesi'nin büyüleyici güzelliğini okuyunca,kesin oraya gideceğini bilse insanın ölesi geliyor :))
12.11.2013

Fahrettin Paşa… Ders kitaplarında neden yer verilmez böylesi kahramanlara bilmiyorum. Eğer tarih öğretmeni olsaydım bütün öğrencilerime bu kitabı ödev olarak verirdim. İmanın ve vatan sevgisinin bir arada harman olduğu korkusuz koca yüreğiyle düşmana galebe çalmasını ağlayarak okudum. Okurken de kendimden utandım neden daha önce bu kahramanı öğrenmemişim diye. Öğrencilik yıllarımdaki tarih dersi müfredatını hazırlayanlara kızdım, saçma sapan mitolojilerle beynimizi doldurmuşlar diye. Daha fazla zaman kaybetmeden okunması gereken bir kitap. Mekanın Cennet olsun Fahrettin Paşa…
03.08.2014

yazarın okuduğum ilk kitabı ve som zamanlarda okuduğum en etkileyici kitap. o kadar gerçek o kadar içten bir anlatımı var ki gerçekten hayran kalmamak elde değil. aşkın en saf halini anlatmış. beklemeyi kaderi sabrı çok güzel ifade etmiş kalemine sağlık
11.11.2011

Hem alanımla ilgili olması hem de çok net kaynaklar göstermesi açısından ilgiyle okudum, kütüphanenizde kaynak olabilecek bir eser. 'Dil' öğesinin, tarihi yansıttığının çok güzel bir örneği bu kitap...
Ziyaretçilerin En Çok Katıldıkları Yorumlar
02.12.2023

Butun kitaplari gibi güzel. Kronolojik bir anlatım. Ben yaşım itibariyle olaylarin oldugu tarihleri hatirliyorum ancak gençler için paragraf başlarına tarihler ekleseymiş daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Bazi olaylarin başına tarihleride eklemiş çünkü.
04.12.2023

Okurken asla sıkmayan , elinizden düşürmek istemeyeceğiniz bir kitap. İntihar eden bir kişinin son günü bu kadar güzel anlatılabilirdi. Kesinlikle okumalısınız.
03.12.2023

Yazarin ilk kitabi kadar başarılı olmasa da finansal okuryazarligi gelistirmek icin okunmali. Bu tur kitaplarin genel sorunu, kendinden onceki kitabin tekrarina dusmesidir. Robert kiyosaki'nin zengin baba kitabinin devami niteligindeki serinin diger kitaplari da ayni konularin tekrari gibi olmustu.
01.12.2023

Gezi olayları sırasında yaptığı manipüle yazılarıyla ve televizyon programlarındaki davranışlarıyla milyonlarca insanın tepkisini çekmiş ve olumsuz eleştirilere maruz kalmıştı. Kitap bir lise seviyesine hitap edebilecek nitelikte .
Günümüzden yüzyıllar öncesinde herhangi bir kavmin mensuplarından önce, mezkur kavim hakkında söylenenlerin hızlı bir şekilde yeryüzünde yayıldığı görülür. Misal, Moğol istilasından evvel yayılan Moğol söylemi, psikolojik savaşın ilk numunesi olacak şekilde dünyayı korkuya salar. Hatta Moğollar savaşlara bu söylentilerin sayesinde önde başlarlar. İşte, hurafe dozu fazla bu söylemlerin sıkça tekrarlanması, önce bireyin sonra ise toplumun tasavvurunda saplantıya dönüşür. Korkunun eşlik ettiği düşünceler ilerleyen zamanlarda yalanın ve yanlışın egemen olduğu fikri tasarımlarla kendisini gösterirler.

Türkler, Moğol istilasının batıya doğru uzandığı yıllarda bu Moğol saplantısından mustariplerdir. Pax Mogolica’nın (Moğol Barışı) sona erdiği dönem de ise batıya doğru fetih hareketlerini arttıran Türkler, artık Avrupa için saplantıya neden olmaktadırlar. Bu bakış açısıyla Türkler saplantının hem nesnesi hem öznesi olurlar. Bu nedenle tarih disiplininin ışığında bir etnik unsura karşı yapılan çözümlemeler farklı sonuçlara gebedir. Misal, mevzu Türklerdir, ama Avrupalıların nazarında etnik bir ayrım yapılmaksızın bütün Müslümanlar Türk adı altında isimlendirilir. Türk ve Müslüman kimliğinin bütünleştiği bu algının üzerinde yapılan analizler ise bambaşka tabloların ortaya çıkmasına neden olur.

Buradan hareket eden İtalyan araştırmacı Giovanni Ricci, Türklerin İtalya’nın Ferrara şehrinde 15 ve 18. yüzyıllar arasında oluşturdukları algıyı eldeki belgelerin dilinden çözmeye çalışır. Esasında ötekini anlamlandırma aşamasında, günümüzde dahi çok boyutlu sorunların olduğu düşünülürse Ricci’nin bu iyimser amacını takdir etmek gerekir. Hatta eserde ötekine ilişkin oluşan düşmanca tasavvurun tarafların kim olduğu fark etmeksizin pek fazla değişmediği, etnik taassubun rijit halinin ilk aşamada tavrın sahibinin adını kirlettiği anlaşılır.

Eser, giriş dahil 12 bölümden oluşmakla birlikte her bir bölüm mikro tarih çalışmasını andırır. Zira tarihin genel anlatımından ziyade detaya inen sıradan hayatlar ve olaylar ele alınır. Bu açıdan eserin klasik tarih kitaplarından farklı bir üslupla sunulduğunu belirtmek gerekir. Aslında tarihin merak edilen yönü, genel anlatısından ziyade özel yönüdür. Yazar özel yargılardan genele ulaşmaya çalışır. Misal, eserin giriş kısmında Nikos Kazancakis’in Müslümanlara karşı bireysel yargısına yer verilir. Kitabın diğer kısımlarında ise benzer yargıların bazı ortak paydalarda birleştiği fark edilir.

Konunun merkezinde Ferrara şehrinin olması, bu şehir devletinin Akdeniz (Adriyatik) kıyısında bulunması, eserin coğrafi merkezinin Romalıların Mare Nostrum (bizim deniz) dedikleri Akdeniz’e kaymasına neden olur. Tabii 15. ve 18. yüzyıllar arası Akdeniz, güneyinde Müslümanların kuzeyinde Hristiyanların olduğu iki kutuplu bir hal alır. Ricci, bu aşamada sadece “biz” diyerek kuzeyden ses verir. Bunun bazı sakıncaları olmakla beraber Ricci, eldeki tek yönlü belgelerin kendi panzehrini oluşturacağını düşünür. Yani Ricci’nin tasavvuruna göre, o günün dünyasında ötekine nesnel bakmak olanaksız olup tarihi olayları anlamak yeterlidir. Belki de bu yüzden kitabın kapağında yazan korku, nefret ve sevgi kelimeleri arasında sevginin yok denecek kadar az olduğu görülür.

Tarihi olaylara günümüzden bakıldığı gibi bir de devrinden bakılmaktadır. İletişimin günümüzdeki kadar yaygın olmadığı bir dünyada, İstanbul’un fethinin ya da Viyana’da Osmanlı ordusunun bozgununun akislerinin ne şekilde olduğunun cevabını ise Ricci’nin eseri verir. Misal, Viyana’da kazanılan Hristiyan zaferinin sembolleri olarak ele geçirilen sancakların İtalyan şehirlerinde gezdirilmesi tafsilatlı bir şekilde anlatılır.

Tabii ötekiyle kültürel etkileşim ve temasın bu dolaylı anlatımlarından ziyade bazen detaya inen söylemlere de eserinde yer veren Ricci, kölelik üzerinden anlatısını gayet iyi sürdürür. Zira artık birbirine çok yakın olanların hikâye edilmesi söz konusudur. Yeni Çağ Avrupa’sındaki köle pazarlarının durumunu böylelikle anlamak mümkün olur. Kölelerin çektiği çileleri, dönme ve devşirmelerin kariyer basamaklarında nasıl yükseldikleri, köle pazarının ücret tarifeleri, köle kurtarma vakıf ve dernekleri, maceralı kaçış hikayeleri ve esaretten fidyeyle kurtuluş öyküleri sonrasında yapılan kutlamalar eserde kendisine yer bulur. Bu zengin anlatım su katılmamış bir sosyal tarihin ortaya çıkmasına neden olur.

Her eserin sosyal tarihe ilişkin güçlü bir malumat verdiğini savunmak zordur. Ama Ricci’nin kaynakları gayet zengindir. Öncelikle Ricci türü ne olursa olsun yazılı kaynakların izini gayet iyi sürer. Yazının sadece devlet mekanizmasında kullanılmadığı Yeni Çağ Avrupa’sı düşünüldüğünde, Ricci’nin kaynaklar açısından aynı dönemi çalışan Osmanlı tarihçisine oranla şanslı olduğu düşünülebilir. Çünkü, matbaanın yaygın kullanımı kronik yazarlarını ve eserlerini çoğaltır. Hatta Türklerle ilgili mevcut birçok kitap vardır. Ricci, sadece yazılı eserlerle de kalmaz resim ve mimari sanatına dair örnekleri de eserinde inceler. Birinci el kaynaklarla eserini gergef gibi işleyen Ricci yeri gelince kölelerin ayağındaki zincirlerin üzerindeki bilgileri bile es geçmez.

Ayrıntılı tasvirler, Türklerin halk nazarında ne şekilde tecessüm ettiğine dair verileri sunar. Burada dikkat çeken husus halkın geniş merakından ve muhayyilesinden doğanların da satırlar arasında kendisine yer bulmasıdır. Misal kuyruklu yıldızlara yüklenen anlamlar, sembolik cezalandırma seremonileri, şiirlere ve halk söylencelerine girmiş anekdotlar gayet iyi sunulur. Şiirler demişken, yazarın küçük nüanslardan büyük meseleler çıkarmayı layıkıyla yaptığını belirtmek gerekir. Misal 17. yüzyıl sonunda yazılan bir şiirde, Türkler ve Troya arasında kurulan bağlantıdan yola çıkarak günümüze kadar uzanan bir durum değerlendirmesi yapılır. Troya Savaşı’yla Doğu ile Batı’nın (Türklerle Avrupalıların) hesaplaşmasının tarihi dökümü günümüze kadar getirilir. Hatta öyle ki Troya kalıntılarının, Türkiye Cumhuriyeti döneminde Çanakkale’de sergilenmesi dahi kökü Troya’ya ulaşan bir militarist anlayışla bağdaştırılır. Yazarın bu sıra dışı tasavvuru bir tarafa bırakılırsa Türk algısına dair değinisinin ilgi çekici olduğunu kabul etmek gerekir.

Sonuçta, bazen tarih disiplininin savaş cephelerinin içine yerleşen bir anlatım tarzı vardır. Bu orijinden; savaşlar, barışlar, antlaşmalar ve siyasi haritalarının şekillenişi tarih anlatımının ana kolonlarını oluşturur. Ama cephenin gerisinde kendi sistematiğini koruyan, cepheye göre şekillenen fakat cepheden bağımsız bir sosyal alan vardır. Bu saha çoğu zaman tarihçiler tarafından ihmal edilir. Aslında savaş, çatışma ve mücadelenin olduğu cephe hattı buz dağının görünen kısmıdır. Görünmeyen kısımlarda ise birçok hazine saklıdır. İnsanın tarihe bireysel izdüşümü ve bu izdüşümünün toplumsal alana yansıması, tarihin ihmal edilmiş sosyal geri planındadır. Araştırmaya sosyal alandan yola çıkılarak başlanırsa mikro parametrelerle makro yapıların deşifre edilmesinin mümkün olduğu ortaya çıkar. Çünkü tarihteki her devlet; doğup, yaşayıp ve ölen; kişiliği, organizması ve genetiği farklılaşmış bir insanı andırır. Bu yüzden Ricci’nin sosyal hayatın merkezine inen mikro anlatımı oldukça önemlidir. İlerleyen zamanlarda bu anlatım tarzına ilişkin eserlerin artacağı rahatlıkla düşünülebilir.