Toplam yorum: 3.092.427
Bu ayki yorum: 3.028

E-Dergi

q6Lii Tarafından Yapılan Yorumlar

07.09.2005


"Acımak", Reşat Nuri Güntekin'in anlatım ustalığını en iyi şekilde gözler önüne seren tek romanıdır bence.Öyle ki, Reşat Nuri'nin daha evvel okuduğum hiçbir eseri, beni bunun kadar etkileyememişti.

Kitap, Zehra öğretmenin trajik öyküsüyle bizlere, bir kişiyi haksız yere karalamamak gerektiğini, önce dinleyip, daha sonra kesin yargılara varmamızı öğütlüyor.Hele o kişi öz be öz babamız ise...

Yalnız, kitabı okuduktan sonra şunu düşündüm: Zehra öğretmen çocukluğu boyunca hep anne tarafına bağlı kalıp, onların fikirlerini doğru kabul etmiş.Peki, hiç mi babasını dinlememiş, onunla gerçekleri öğrenmek için hiç mi konuşmamış?Burada yazarı hoş görelim.

Reşat Nuri okumaya bu romanla başlanmalı bence.
06.09.2005


Bilindiği gibi sanatçı ile eseri arasında büyük bir bağlantı vardır.Sıkıntılı ve kasvetli bir çocukluk ve gençlik hayatı geçiren Chateaubriand, geçirdiği ruhi ve fikri bunalımları, artık karakterinin bir özelliği olan hüznü elbette eserine aksettirecektir.Ve bu eserde hemen hemen aynı bunalımları geçiren devrin okuyucusunu, insani faziletleri ve zaafları ile ortaya serdiği için büyük ölçüde etkileyecektir.Nihayet, o güne kadar alışılmamış bir konu, alışılmamış bir anlatım tarzı, karşı çıkanların yanı sıra, büyük sanatçı kitlesi tarafından benimsenecek, böylece, asrın sanatına damgasını vuran Romantizm akımı başlayacaktır.Romantik akımda, herşeyin zamanla ebedi bir yokluğa gittiğini gören, teselli edici ve ümit verici bir dini inanıştan yoksun bulunan romantik şair içinde bitip tükenmek bilmeyen bir hüzün ve acı ile teselliyi kendi dışında, ideal yaşayışta, uzak beldeleri hayal etmekte arar.Belki de Chateaubriand'ı yurdundan dışarıya, Amerika'ya sürükleyen de bu arayıştır.Öte yandan Chactas ve Rene de, ümitsiz arayışların kahramanı değil midirler?Devrinin hastalıklı ruhlu insanlşarını temsil eden, hayatı ve mücadeleleri ile hiçlik buhranlarına sürüklenmekten başka bir şey elde edemeyen Rene, kanaatimce sanatçının hassasiyetine daha yakındır.Atala'da olduğu gibi sebepsiz kırgınlıklar, kıvranış, sık sık coşma ve ağlama isteği duyuş, gereksiz ve garip duygular içinde çırpınış, teselli arama gayretiyle tabiata dönüş, zaman zaman şefkat dolu bir göğse sığınış, dualardan medet bekleyiş, hatıraların kucağına atılış, tutunacak bir dal ararken gittikçe büyüyen anlamsızlık uçurumuna sürükleniş Rene'de de vardır.Rene'nin yakınışlarında XVIII. asır romantiklerinin kaygulu, değişken, garip istekler, coşkular, bıkkınlıklar ve heveslerle dolu, inançsızlık, hurafeler ve hüzünlerle sarmış dünyalarını buluruz.

Mutlaka okunması gereken bir roman...
06.09.2005


Dünyanın en korkunç hastalıklarından biri, kanımca karakter hastalığıdır; dünyanın güzelliklerine, yaşamanın büyüsüne çekilen kurumlu perdenin, birçok huzursuzluk ve yıkımların gerçek nedenlerinden biri budur.

İnsan, yeryüzünün en karmaşık, en çetin yaratığıdır.Herşey onun eğitimi içindir.Öyle ki bu eğitime bazen bir ömür bile yetmiyor.İnsan olmak, nasıl dünyanın en pahalı, en zor işiyse, insanlıktan sıyrılmak da öylesine kolay, öylesine ucuzdur.Bu gerçek, sağlam ve yapıcı karakterlere her gün biraz daha ihtiyaç duyduğumuz şu dünyada üzerinde durmak zorunda olduğumuz sorunlardan biridir.

Bazı eserler vardır; pek şanslıdır.Sanırım Abbé Prevost'un bazı çevrelerce aşk edebiyatının şaheserlerinden biri diye tanımlanan "Manon Lescaut" isimli romanı bunların arasındadır.

Leyla ile Mecnun, Romeo ile Jüliet hikayelerinde aşkın büyüklüğüne, kutsallığına iman eden okuyucu derin bir duyarlılıkla bu romanda da aşkı herşeyin üstünde bir 'özür' olarak kabul edecek.Anlatımdaki içtenliğin ve dramatik sonucun etkisiyle sürekli bir hoşgörüye kapılacak.

Bence, bu romanda tüm insanlığın serüveni vardır; karakterini sağlam çizgilerle kuramamak, öz dengeyle sosyal dengeyi bağdaştırmamak, aşk-mantık-azim denilen azılı kuvvetler arasında uyum sağlayamamak...Aşk uğruna servetini, ailesini, mesleğini ve geleceğini ayaklar altına alan Chevailer des Grieux'u okyanusun azgın dalgaları içinde çırpınan ufacık bir su damlacığına benzettim; hep büyük bir etki altında maksimumdan minimuma iniş çıkışlar yapan ama hiçbir etkinliği olmayan bir su damlacığı...Oysa insan, bu damlacıktan öteye ne büyük, ne kudretli bir varlıktır!..

Abbé Prevost'un bu eseri mutlaka okunmalıdır.
05.09.2005


Bazı eserler vardır; her devirde ilgiyle okunur ve üzerinde yorumlar yapılabilir.Benjamin Constant'ın "Adolphe" isimli romanı da bunlardan biridir.Okunacak kitaplar listesine alınması gereken "Adolphe"u on dokuzuncu yüzyıl edebiyatının tahlil şaheserlerinin başına koyabiliriz.

Roman, hukuk öğrenimi yapmış, gelecekten çok şey bekleyen, soylu ve kibirli bir gençle (Adolphe), kendisinden on yaş büyük, güzel bir kadın (Ellénore) arasında geçen aşk serüvenini konu edinir.Ruh çözümlemelerinin olanca duyarlılıkla, inceden inceye yapılması eseri ölümsüz kılan başlıca niteliktir.Kitabın her satırında Adolphe üzerinde düşünmek gereğini duyarız; eğlence romanlarının alışılagelmiş basmakalıp tiplerinden biri değildir Adolphe; yalın gerçeklerin boğuştuğu bir çelişkiler ülkesidir.Birçok eleştirmenin kesinlikle ileri sürdüğüne göre; Benjamin Constant'ın ta kendisidir.

"Adolphe", okunmalıdır, yalnızca gözlerle değil, duyarak, düşünerek, gerektiğinde eleştirerek, sindire sindire okunmalıdır.Her fırsatta kıssadan hisse koparmaya çalışan bir okur titizliği ve duyarlılığı ile okunmalıdır.Romanın dolaylı olarak bir eğitim görevi yaptığına inanılarak okunmalıdır.
05.09.2005


Cumhuriyetten sonra yazılan romanlar içinde dikkati çekenlerden biri şüphesiz; Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa" isimli romanıdır.

"Küçük Ağa", bir ferdin romanı veya macerası değildir.Milletimizin, tarihimizin, Anadolumuzun ve içimizin romanıdır.Ele alınan tipler öyle canlı, öyle bizdendir ki, okurken bunlara "bu bizim dayı, büyükbaba, amca, kardeş..." dememek elde değil.
Üslubu, zaman kavrayışı, diliyle, Tarık Buğra kişiliğini özetleyecek bir roman yazmıştır.Başarılı bir anlatım, ilgi çekici, düşündürücü bir çözümleyiş tarzı ve yerinde değerlendirmeler vardır bu romanda.

Yalnız, kitapta Tarık Buğra'nın büyük bir ihmali vardır; bir erkekler dünyası, erkekler çabasıdır "Küçük Ağa".Bu milletin varolmasının ve böylesine bir karakter taşımasının sebebi ve evlerin temel direği olan kadın ve savaş ortamında kadın psikolojisi tamamiyle ihmal edilmiştir.Oysa, bütün savaşlarda, hele Kurtuluş Savaşı sırasında ne türlü fedakarlıklarla kendi savaşını yapmıştır.Ana, bacı, hemşire olmasaydı zafer olabilir miydi?İnsan romanı okuyup bitirdikten sonra kendi kendine bir de bu yönden düşünmek zorunda kalıyor.