Dünyanın en korkunç hastalıklarından biri, kanımca karakter hastalığıdır; dünyanın güzelliklerine, yaşamanın büyüsüne çekilen kurumlu perdenin, birçok huzursuzluk ve yıkımların gerçek nedenlerinden biri budur.
İnsan, yeryüzünün en karmaşık, en çetin yaratığıdır.Herşey onun eğitimi içindir.Öyle ki bu eğitime bazen bir ömür bile yetmiyor.İnsan olmak, nasıl dünyanın en pahalı, en zor işiyse, insanlıktan sıyrılmak da öylesine kolay, öylesine ucuzdur.Bu gerçek, sağlam ve yapıcı karakterlere her gün biraz daha ihtiyaç duyduğumuz şu dünyada üzerinde durmak zorunda olduğumuz sorunlardan biridir.
Bazı eserler vardır; pek şanslıdır.Sanırım Abbé Prevost'un bazı çevrelerce aşk edebiyatının şaheserlerinden biri diye tanımlanan "Manon Lescaut" isimli romanı bunların arasındadır.
Leyla ile Mecnun, Romeo ile Jüliet hikayelerinde aşkın büyüklüğüne, kutsallığına iman eden okuyucu derin bir duyarlılıkla bu romanda da aşkı herşeyin üstünde bir 'özür' olarak kabul edecek.Anlatımdaki içtenliğin ve dramatik sonucun etkisiyle sürekli bir hoşgörüye kapılacak.
Bence, bu romanda tüm insanlığın serüveni vardır; karakterini sağlam çizgilerle kuramamak, öz dengeyle sosyal dengeyi bağdaştırmamak, aşk-mantık-azim denilen azılı kuvvetler arasında uyum sağlayamamak...Aşk uğruna servetini, ailesini, mesleğini ve geleceğini ayaklar altına alan Chevailer des Grieux'u okyanusun azgın dalgaları içinde çırpınan ufacık bir su damlacığına benzettim; hep büyük bir etki altında maksimumdan minimuma iniş çıkışlar yapan ama hiçbir etkinliği olmayan bir su damlacığı...Oysa insan, bu damlacıktan öteye ne büyük, ne kudretli bir varlıktır!..
Abbé Prevost'un bu eseri mutlaka okunmalıdır.