Romanlarında kendi kendini yaratan insanların hayat hikayelerini ele alan ünlü Amerikalı yazar Jack London'ın en önemli eseri şüphesiz "Martin Eden" isimli romanıdır.
Martin Eden, bilgisiz, aşağı tabakadan olan, eğitimden yoksun, kaba bir gençtir.Tesadüfler onu bir gün, kibar ve kültürlü bir ailenin kızı olan Ruth'la karşılaştırır.Genç kızın yüksek kültürü, ince ve asil güzelliği, zarif davranışları bu kaba genci ilk görüşte büyüler.Bu büyülenme gün geçtikçe, hayranlık ve saygı karışık bir aşk halini alır.Kültür seviyeleri arasındaki korkunç fark, Martin'in kıza yaklaşmasına, aşkını itiraf etmesine engel olur.İnsanlık şuuruna sezgi yoluyla da olsa vakıftır.Martin Eden, insanlar arasındaki gerçek farkın eğitimden geldiğini anlar.Taparcasına sevdiği kızın yanında aciz, değersiz ve kaba olmayı gururuna yediremez.Derin bir kültüre ve köklü eğitime sahip olmak için kendini insanüstü bir gayretle okumaya, çalışmaya verir.Öyle çalışır, öyle okur, kendini öyle geliştirir ki, en karışık felsefe konularında bile fikirlerini söyleyebilecek, savunabilecek hale gelir.Ama Martin bunu yeterli bulmaz.Ulvi aşkına ulaşmak için sadece bilginin ilahi nuru ona yetmez; ihtiras ve azim doludur.Kendi üzerine eğilir ve yazmaya karşı kabiliyeti olduğunu hisseder.Bunun üzerine gece gündüz yazmaya koyulur.Karşılaştığı güçlükler, ilk başarısızlıklar onun hızını artırır.Öyle bir an gelir ki, kültür ve edebiyat yönünden Ruth'u ve çevresini geçer.Öte yandan Ruth da bu sağlam yapılı, yakışıklı, saf ve azimli genci sevmiştir.Sonunda nişanlanırlar.Ruth'un ailesi Martin'in bir işe girerek hayatını tanzim etmesini ister.Oysa Martin sönmez bir azimle başladığı yoldan dönmek niyetinde değildir; yazmak yazmak; bu yolda doruğa çıkmak ister.Ruth'un sevgisine, desteğine, hayranlığına ihtiyacı vardır.Ama Ruth ona gereken anlayışı göstermez, ailesinin tesiri altındadır.İçlerine çöreklenmiş ve bakışlarına sinmiş olan küçümseme duygusunun etkisiyle Ruth ve ailesi Martin'in başarıya hiç bir zaman ulaşamayacağına inanmaktadırlar.Çok sevdiği Ruth'un kendisini anlamaması ve inanmaması üzerine ayrılığın acı bunalımına düşer Martin.Çabalarının değerlendirilemediğini acı acı hisseder.Zorlukların yenemediği Martin'i terkedilmek, inançsızlık ve umutsuzluk adeta yıkar.Öyle ki, içindeki sanat kıvılcımı Ruth ile başlamış ve onunla sönmüştür.
Tesadüflerin garip cilvesine bakın ki, Martin bir eserinin ilgi görmesiyle birden meşhur olur.Başarılar birbirini takip eder.Bir an gelir ki, tükendiği bir anda kendini başarının zirvesinde bulur.Her yerde kitapları kapışılmakta, her yerde kendisinden bahsedilmektedir.Fakat ne yazık ki yıldızı parladıkça içi söner; bir yanı kopmuş, dağılmış, bütünlüğü parçalanmış garip bir ruh hali içindedir.İçinde açılan korkunç ve dayanılmaz anlamsızlık çukuruna en zavallı haliyle düşmüştür.Sonradan Ruth'un çıkıp gelişi, dizlerine kapanışı bile onu bu durumdan, küskünlükten kurtaramaz.Bir insan olarak, aşık olarak, yaratıcı olarak tükenmiştir Martin.Hastalıklı bir hayatı, gösteriş budalası bir çevreyi yenmenin çaresini şu mısralarla bulur:
"Hayata yönelen aşırı sevgiden
Ümit ve korkudan kurtulan bizler,
Kısa teşekkürlerle şükranımızı sunarız
Tanrıları, tanrı diye ne varsa;
Ki, hiçbir hayat ebediyyen yaşamaz;
Ki, ölüler dirilemezler;
Ki, en yorgun nehirler bile,
Bir yerde denizle birleşirler."
Çevresindekilerin varlığını göklere çıkarttığı bir sırada kendi kabuğuna çekilen Martin, kendini denize atar.
"Martin Eden", yaratıcı güçlerini bütünlemek arzusundan alan azimli bir sanatçının hayat hikayesidir."Martin Eden" bir sanatçı dramıdır.Tanrısal bir ifade gücüne sahip olup da eksik ve kusurlu yönleri değerlerle donatmaya çalışan bir insandır sanatçı.Şüphesiz onlar da fert olarak mükemmel değillerdir.Özel yaşantılarında hepsi türlü bunalımlarla kıvranırlar; hayatın anlamsızlığını en acı bir şekilde hissederler.Sanatçı doldurulması imkansız bir anlam kuyusudur.Zevkleri karışık bir labirent görünümü arzeder.Bir parça ekmek ve su, aç bir insanı mutlu kılabilir.Ama sanatçı öyle midir?İcabında Tanrı olup kendini, alemi değiştirmek hevesinde arar mutluluğu, icabında duvar diplerindeki kertenkelelerin oynaşmasında...Sanatçı, ruhu yanmaya hazır bir ocaktır; aşk, tatminsizlik, iktidarsızlık, ihtiras gibi haller de onun ateşi.Her sanatçı bir bakımdan Martin Eden'dir; kendine bir ideal seçerek onu hayatın özü, sanatın kaynağı yapar; kahramanlar gibi çalışır, didinir bunun için...Gerçeklerin isli görünümleri inanç dünyalarının ufuklarında parlayan bu ideal yıldızcıklarını kurumlandırır; kendi siyahlığı içinde yok eder.Hedefini kaybeder sanatçı...İsyanla dolu ruhunu, ağlayan bakışlarını çevresine, topluma çevirir, destek ister, inanç ister, mutlu bir evrenin yaratılması için zemin ister.Çevre nankördür, kördür, kötümserdir; ancak uzaktan parlayan şeylere rağbet eder.Güce inanmaz, maddeye nüfuz etmek ister.Yaratıcılık konusunda sanatçı yalnızdır.Birazgüç almak için uzattığı eller, daima boş kalmaya mahkumdur.Ümide, inanca ekmek kadar, su kadar muhtaçtır sanatçı ama çevre sadece ümitsizlik verir ona.Geceyi gündüze katmalar, bir ömür harcamalar, en saf, en ateşli, en berrak duygular çevrenin kayıtsız bakışlarındaki küçümseme duygusunu yenemez.İşte, sanatçıyı yıkan da budur; gayret yerine itimatsızlık nişanesi vermektir.
Çevrenin pespaye, soysuz, anlayışsız tutumları şimdiye kadar kaç Martin Eden'i ma'nen öldürmüş ve öldürecektir de...