Toplam yorum: 3.253.615
Bu ayki yorum: 5.641

E-Dergi

q6Lii Tarafından Yapılan Yorumlar

05.09.2005


Unamuno'nun değişik bir Varoluşçuluk anlayışı var.İnsanları kendi arzusuna göre yaratan, onları kaderleriyle yapayalnız bırakan Yaradan'a karşı acıları dağıtmak için, sanki öç alırcasına herşeyi karmakarışık etmeli; rüya halini uyanıklıkla, hayali realiteyle, gerçeği sahteyle karıştırmalı!..Herşeyi bir Sis halinde karman çorman etmeli!

Unamuno, kahramanlarını yaratırken kendini Tanrı gibi görüyor; kendi çapında bir oyun denemesine girişiyor.Onlara duyma ve yaşama gücü vererek hayat ortamına atıyor.Bu zavallılar başlarına gelen olayların sebebiyle şaşkınlık, acizlik ve ümitsizlik içinde kıvranırken sadece seyirci kalıyor.Onların kendilerini haklı çıkarma çabaları bir bakıma yaratıcılarını haklı çıkarmak demektir.Oysa, ayrı bir benliğe ve iradeye sahip olduğunu iddia edip ortaya atılan ve karşı gelenin, bunda direnenin cevabı; ölümdür.Perez'in ölümü gerçeğin hayali yenmesidir.Bu yenişin macerasını öğrenmek ve detaylarına inmek için romanı okumakta çok fayda vardır.
05.09.2005


Ayrıntıların titiz gözlemcisi; eşya ve toplum ressamı olarak bilinen ünlü Fransız yazar Honoré de Balzac'ın bu eserini, "okunması gereken kitaplar" listesine almak gerekir; ruh çözümlemeleri öylesine kuvvetli yapılmakta, akıcı bir duygululuk içinde fikir ve düşünceler öylesine billurlaştırılarak verilmektedir ki, çekiciliğine kapılmamak elde değil.İki arkadaş arasında gidip gelen mektupların her biri insan, hayat, aşk, aile ve mutluluk problemlerinin ipuçlarını bize sunmakta.Eserler, hayat yolumuzda bizim için bir uyarı, bir direniş, bir yüceliş, Tanrısal bir soluk alıştır.Hayatın, mutluluğun temeli niçin mantıktır, niçin duygudur; bu soruların yanıtları nedenleriyle birlikte bu kitapta gözler önüne serilmektedir.René ile Louise'in duygu dalgalanışları, hayatın başında olan kadınların iç dünyalarını, o sonsuz ruh denizinin med ve cezirlerini ne güzel yansıtmaktadır!
05.09.2005


Romanlarında kendi kendini yaratan insanların hayat hikayelerini ele alan ünlü Amerikalı yazar Jack London'ın en önemli eseri şüphesiz "Martin Eden" isimli romanıdır.

Martin Eden, bilgisiz, aşağı tabakadan olan, eğitimden yoksun, kaba bir gençtir.Tesadüfler onu bir gün, kibar ve kültürlü bir ailenin kızı olan Ruth'la karşılaştırır.Genç kızın yüksek kültürü, ince ve asil güzelliği, zarif davranışları bu kaba genci ilk görüşte büyüler.Bu büyülenme gün geçtikçe, hayranlık ve saygı karışık bir aşk halini alır.Kültür seviyeleri arasındaki korkunç fark, Martin'in kıza yaklaşmasına, aşkını itiraf etmesine engel olur.İnsanlık şuuruna sezgi yoluyla da olsa vakıftır.Martin Eden, insanlar arasındaki gerçek farkın eğitimden geldiğini anlar.Taparcasına sevdiği kızın yanında aciz, değersiz ve kaba olmayı gururuna yediremez.Derin bir kültüre ve köklü eğitime sahip olmak için kendini insanüstü bir gayretle okumaya, çalışmaya verir.Öyle çalışır, öyle okur, kendini öyle geliştirir ki, en karışık felsefe konularında bile fikirlerini söyleyebilecek, savunabilecek hale gelir.Ama Martin bunu yeterli bulmaz.Ulvi aşkına ulaşmak için sadece bilginin ilahi nuru ona yetmez; ihtiras ve azim doludur.Kendi üzerine eğilir ve yazmaya karşı kabiliyeti olduğunu hisseder.Bunun üzerine gece gündüz yazmaya koyulur.Karşılaştığı güçlükler, ilk başarısızlıklar onun hızını artırır.Öyle bir an gelir ki, kültür ve edebiyat yönünden Ruth'u ve çevresini geçer.Öte yandan Ruth da bu sağlam yapılı, yakışıklı, saf ve azimli genci sevmiştir.Sonunda nişanlanırlar.Ruth'un ailesi Martin'in bir işe girerek hayatını tanzim etmesini ister.Oysa Martin sönmez bir azimle başladığı yoldan dönmek niyetinde değildir; yazmak yazmak; bu yolda doruğa çıkmak ister.Ruth'un sevgisine, desteğine, hayranlığına ihtiyacı vardır.Ama Ruth ona gereken anlayışı göstermez, ailesinin tesiri altındadır.İçlerine çöreklenmiş ve bakışlarına sinmiş olan küçümseme duygusunun etkisiyle Ruth ve ailesi Martin'in başarıya hiç bir zaman ulaşamayacağına inanmaktadırlar.Çok sevdiği Ruth'un kendisini anlamaması ve inanmaması üzerine ayrılığın acı bunalımına düşer Martin.Çabalarının değerlendirilemediğini acı acı hisseder.Zorlukların yenemediği Martin'i terkedilmek, inançsızlık ve umutsuzluk adeta yıkar.Öyle ki, içindeki sanat kıvılcımı Ruth ile başlamış ve onunla sönmüştür.

Tesadüflerin garip cilvesine bakın ki, Martin bir eserinin ilgi görmesiyle birden meşhur olur.Başarılar birbirini takip eder.Bir an gelir ki, tükendiği bir anda kendini başarının zirvesinde bulur.Her yerde kitapları kapışılmakta, her yerde kendisinden bahsedilmektedir.Fakat ne yazık ki yıldızı parladıkça içi söner; bir yanı kopmuş, dağılmış, bütünlüğü parçalanmış garip bir ruh hali içindedir.İçinde açılan korkunç ve dayanılmaz anlamsızlık çukuruna en zavallı haliyle düşmüştür.Sonradan Ruth'un çıkıp gelişi, dizlerine kapanışı bile onu bu durumdan, küskünlükten kurtaramaz.Bir insan olarak, aşık olarak, yaratıcı olarak tükenmiştir Martin.Hastalıklı bir hayatı, gösteriş budalası bir çevreyi yenmenin çaresini şu mısralarla bulur:

"Hayata yönelen aşırı sevgiden
Ümit ve korkudan kurtulan bizler,
Kısa teşekkürlerle şükranımızı sunarız
Tanrıları, tanrı diye ne varsa;
Ki, hiçbir hayat ebediyyen yaşamaz;
Ki, ölüler dirilemezler;
Ki, en yorgun nehirler bile,
Bir yerde denizle birleşirler."

Çevresindekilerin varlığını göklere çıkarttığı bir sırada kendi kabuğuna çekilen Martin, kendini denize atar.

"Martin Eden", yaratıcı güçlerini bütünlemek arzusundan alan azimli bir sanatçının hayat hikayesidir."Martin Eden" bir sanatçı dramıdır.Tanrısal bir ifade gücüne sahip olup da eksik ve kusurlu yönleri değerlerle donatmaya çalışan bir insandır sanatçı.Şüphesiz onlar da fert olarak mükemmel değillerdir.Özel yaşantılarında hepsi türlü bunalımlarla kıvranırlar; hayatın anlamsızlığını en acı bir şekilde hissederler.Sanatçı doldurulması imkansız bir anlam kuyusudur.Zevkleri karışık bir labirent görünümü arzeder.Bir parça ekmek ve su, aç bir insanı mutlu kılabilir.Ama sanatçı öyle midir?İcabında Tanrı olup kendini, alemi değiştirmek hevesinde arar mutluluğu, icabında duvar diplerindeki kertenkelelerin oynaşmasında...Sanatçı, ruhu yanmaya hazır bir ocaktır; aşk, tatminsizlik, iktidarsızlık, ihtiras gibi haller de onun ateşi.Her sanatçı bir bakımdan Martin Eden'dir; kendine bir ideal seçerek onu hayatın özü, sanatın kaynağı yapar; kahramanlar gibi çalışır, didinir bunun için...Gerçeklerin isli görünümleri inanç dünyalarının ufuklarında parlayan bu ideal yıldızcıklarını kurumlandırır; kendi siyahlığı içinde yok eder.Hedefini kaybeder sanatçı...İsyanla dolu ruhunu, ağlayan bakışlarını çevresine, topluma çevirir, destek ister, inanç ister, mutlu bir evrenin yaratılması için zemin ister.Çevre nankördür, kördür, kötümserdir; ancak uzaktan parlayan şeylere rağbet eder.Güce inanmaz, maddeye nüfuz etmek ister.Yaratıcılık konusunda sanatçı yalnızdır.Birazgüç almak için uzattığı eller, daima boş kalmaya mahkumdur.Ümide, inanca ekmek kadar, su kadar muhtaçtır sanatçı ama çevre sadece ümitsizlik verir ona.Geceyi gündüze katmalar, bir ömür harcamalar, en saf, en ateşli, en berrak duygular çevrenin kayıtsız bakışlarındaki küçümseme duygusunu yenemez.İşte, sanatçıyı yıkan da budur; gayret yerine itimatsızlık nişanesi vermektir.

Çevrenin pespaye, soysuz, anlayışsız tutumları şimdiye kadar kaç Martin Eden'i ma'nen öldürmüş ve öldürecektir de...
04.09.2005


Fransa'da Exsiztantialist akımının öncülerinden olan Albert Camus'un en karakteristik eserlerinden birisi "Yabancı"dır.Eserin özü yazarın "Saçma" fikrine dayanır.Yani, dünya saçma, boş ve anlamsızdır.Çevre baştan başa saçmalıklarla doludur.Bu durumda insan bitip tükenmek bilmeyen bir usanç içindedir.Makinalaşmış dünyada kendini de makinaların bir parçası farzeder.İsyan edip, bütün anlamsızlıklara son vermek, yani intahar etmek istediği zaman da bunun gereksiz bir şey olduğunu anlar.Tek çıkar yol olarak, bütün saçmalıklara katlanarak, boşvericilik içinde bir görev yerine getiriyormuş gibi hayatı yaşamaktır.Camus'u tanıyan bir okuyucu "Yabancı"yı eline aldığı zaman belki bu yabancı sözünden ilham alarak romantik düşüncelere dalabilir.Ama kitabı okuyunca, gittikçe artan bir şaşkınlık duyar.Çünkü, romanın kahramanı M.Meursault alışkın olduğumuz insan tiplerinden farklıdır; herkese benzemeyen bir yabancıdır o!Tabi bu farklılık ruhi durumda, olaylar karşısında gösterdiği tepkide, hayatı anlayışında ve yorumlayışındadır.Tipik bir existantialist kahramandır.Ama Camus'un kahramanı Sartre'nin kahramanları gibi bunalım ve gerilim içinde kıvranıp durmaz.M.Meursault'un en belirgin özelliği hayat ve olaylara karşı kayıtsızlığı ve boşverciliğidir.Annesinin ölümünde bile sakin ve soğukkanlı hali herkesin dikkatini çeker.Cenaze töreninden bir gün sonra sevgilisiyle bir komedi filmi seyretmeye gider.Dünü aklına bile getirmeden sevişmeye dalar.Bir rastlantı sonucu, kendisinin de kesinlikle tayin edemediği nedenler yüzünden tanımadığı bir insanı öldürür.Soruşturma sırasında pek soğukkanlı davranır.Yaptığından pişmanlık duymaz, sadece canı sıkılır.Hapise atılır.Bir kaç günlük tedirginlikten sonra, bu yeni hayat tarzına da alışır.İdama mahkum edilişini soğukkanlılıkla karşılar.Tanrı'ya inanmadığı için kendisini ziyarete gelen papazı kovar.Ölüme boyun eğer.

Sadece olayların kaba çizgilerini verdiğim bu felsefi romanı gerektiği şekilde anlamak için, bütünüyle ve dikkatli okumak şarttır.İnsanın ve toplumların kurtuluşu için karakter yaratmanın zorunluluğu her zaman söz konusudur.Camus'un ortaya sürdüğü bu tip; M.Meursault, gerçek, sağlıklı ve ümit verici bir karakter midir?Olan mıdır, yoksa olması gereken midir?Bir şeyi kabul veya reddetmeden önce, üzerinde uzun uzun düşünmeli, gerekli ayıklamalar yapılmalı, sebepleri bulup çıkarmalı, pürüzleri ortaya sermelidir.Yeni iddialar, gayeler, bunalımlar ve fikirlerle ortaya çıkan bir kimse ne büsbütün haklıdır, ne de büsbütün haksız...Genellemelere dalmadan konumuza döneyim.

Anlaşıldığı gibi M.Meursault, bütün sorumluluklardan, duygulanmalardan, bağlardan elini ayağını çekmiş bir insandır; hayatın boşluğunu, herşeyin saçmalığını, insanın zavallı robotluğunu kabul etmiş.Öyle bir anlamsızlık çukuruna saplanıp kalmış ki, olaylar normal tepkilerini yapmıyor onun üzerinde."Olamaz!Olmamalı!.." gibi kesin iddiaları yok.

Gaye ve ideal nedir unutmuş, mutluluğu bir devrim gibi bekleyen içi boşalmış ruhu anlamsızlıklar kusan bir yaratık!Bu, başkaldırışı bir koz olarak kullanan düşüncenin yarattığı mıdır yoksa, insanın içinde her zaman gizli olan olumsuz bir ikinci Ben'in birinci plana geçmesi midir?Omuz silkmeden veya hemen taklide geçmeden önce üzerinde düşünülmesi gereken bir konu...

Okuduğum romanların kahramanlarında okuyucunun yer yer kendini bulup gevşemesi klasik bir zevklenmedir.Ama M.Meursault'da hiç mi bulmaz insan kendisini?Normal durumlarda alışımış olanı yaparken veya yapmak gerekliyken aykırı istekler ve isyanlar içinde kıvranan bir yönümüzün varlığı bizi şaşkınlığa düşürüp paniğe kaptırmamış mıdır?Söz gelişi, can sıkıcı bir gevezeyi nezaket kuralları gereğince dinlerken öfkeden kudurduğumuz olmamış mıdır?Bütün itirazlar bir yana, tabiatın en karmaşık yaratığı şu insanoğlu!Çözdükçe düğümleniyor...İçimizde bir yön var ki bize büsbütün yabancı!..

M.Meursault, herkesin tanıması gereken, ibret dolu bir karakter...
27.08.2005


Doğrusunu isterseniz, ben bu eserin "Ünlü Tolstoy"a ait olduğundan şüpheliyim.Neden gizlendiği de ayrı bir giz.Özellikle Müslümanlara hitap edebilecek tarzda yazmak, Tolstoy'un bırakın dünya çapında ünlenmesini, ona sanatsal bir değer de getirmezdi, yanılıyor muyum?Kitabın içeriğine bakacak olursak "Yazar"ın İslam tarihi hakkındaki derin tecrübelerine rastlarız.Enteresan...Bu kitabı sadece meraktan okudum ve sadece merak edenlere tavsiye ediyorum.

Not:Sayın Onur Birinci yazdığı yorumda, Tolstoy'un bu eseriyle İslamiyet propagandası yaptığından bahsetmiş.Lütfen Tolstoy denince birazcık düşünelim!..