Toplam yorum: 3.092.427
Bu ayki yorum: 3.028

E-Dergi

Saffet AKGÜN Tarafından Yapılan Yorumlar

11.04.2009

Birbirinden ilginç ve gizemli yaşanmış suç öykülerinden oluşan bir kitap. Toplum, insanların yaşadıkları trajedilerin ayrıntısını bilmek istediği için olaylar basında da geniş yankı ve merak uyandırmış. Cinayet sırları okurları birer dedektif haline getirip dişini göstermeyen köpeklere karşı sürekli tetikte tutmayı öğretir, okurların karmaşık durumlarda ipuçlarına ulaşmanın mutluluğu yaşamalarını sağlar. Bundan iki asır önceki yasaların bugünküne kıyasla çok daha esnek olduğunu anlıyoruz. Örnek vermek gerekirse o günlerde insanların takındıkları tavır erkeklerin cinayet işleseler bile cinsel suçlarından beraat edebilecekleri yönündeydi. Çünkü onları körükleyen kadının cazibesiydi. Nedeni bu kadar basit bir şekilde geçiştirilemez ve işlenen vahşi suçun cezası mutlak şekilde verilmesi gerektiğini düşünüyorum… Düşündüren ve öğreten bir kitap diyebilirim…
22.10.2008

Yıllar önce Dean Koontz’tan okuduğum ilk roman Nöbet idi. Hala hafızamda yeri var. Gerçek anlamda bir korku romanıydı. Onlar Yoktu adlı kitap yine gerilimi yüksek ve korku sahnelerin bol olduğu bir eser. İnsanlar arasında yaşayan, insan görünümlü iblisler anlatılıyor. Bakıyorlar, bekliyorlar ve öldürüyorlardı. Mesleği karnavalcı olan Slim McKenzie hepsini görüyordu. Onlara karşı giriştiği amansız savaşı kazanacak mıydı? Bu mücadeleyi kazanması belki de normal şartlarda imkânsızdı. Fakat Slim sürekli umut etti. Umut hayatın yoldaşıydı. Zalim doğanın da, Tanrının da, başka insanların da bizden alıp koparamayacağı bir şeydi umut. Kalıcıydı… O bizim içimizde sağlam bir motordu. Tıkır tıkır çalışır, mantığımız teslim olmamız gerektiğini söylese bile o yine de bizi ileriye doğru iterdi. İblisin amacı yalnız öldürmek değil, aynı zamanda moral çökertmekti. En akıl almazı da bu yaratıkların penisi tarif edilmiş. Yorumum sansürlenir endişesiyle siz değerli okuyucularla bu tarifi aktaramıyorum… Kitapta hilkat garibelerinden bahsedilmiş. Sinan Çelen dostum bir keresinde “Tanrı bazen mahvettiği kimselere fazladan bir kemik fırlatıyor,” demişti. Sanırım haklı… Son olarak Koontz her kitabında bir köpek karakteri ortaya çıkarıyor. Bu kitapta da Growler adında bir köpek var. Koku alma duyusu oldukça gelişmiş ve aynı zamanda çok akıllı. Tıpkı benim çok sevdiğim arkadaşım Ali Kemal Gödek gibi… Kitap çok rahat okunuyor. Konusu da sürükleyici olunca kısa sürede yaprakları tüketmiş oluyorsunuz…
02.10.2008

Sakkara’nın kumları, İkinci Dünya Savaşı’nın tam ortasında Mısır’da geçen ilginç ve sürekleyici bir öykü. Glenn Meade’in diğer klasikleşmiş romanlarına nazaran bu kitapta Alman casusluğunun çalışma biçimi ve etkinliği dile getirilmiş. John Le Carre’in kitaplarında okumaya alıştığımız Rus casusların etkili taktikleri kadar olmasa da Alman casusların da hiç yabana atılmaması gerektiğini fark ettim. En iyi ajanlar duygusuz hayvanlar arasından değil, beyni ve yüreği olanlardan seçilir. Abwehr, Almanların gizli örgütünün adı. Tarih kitaplarında rastlamadığım bir gerçeği öğrendim bu kitapta. Hitler tarafından görevlendirilen, Amerika doğumlu bir katilin, o dönemin Amerikan başkanı olan Roosevelt’in öldürülmeye çalışılmasıydı. Eğer Hitler’in istediği olsa Müttefikler korkunç bir kargaşaya sürüklenecek, çıkarma hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecekti. Almanya da belki savaşı kazanacaktı. Adolf Hitler romanda “tehlikeli bir deli” olarak nitelendirilmiş… Gerilim ve korku türü romanlarda çok sık rastladığım değişik köpek cinsi betimlemeleri yer alıyor. Bu da kitaplara ayrı bir renk ve tat veriyor. En azından benim için öyle. Bu eserde de dachshund cinsi köpeği tanıdım. Kısa bacaklı, uzun gövdeli, uzun ve sarkık kulaklı ufak bir köpek. Benim çok sevdiğim çalışma arkadaşlarımdan birisine benziyor… Günün stres katsayısının tırmandığı saatlerde ona “dachshund, dashchund” diye hitap etmekten keyif alıyorum… Kitap okunmaya değer…
09.09.2008

İlk cümleden itibaren bağlanıp kaldım. Sayfaları floş royal tutturmaya çalışan bir kumarbazın kartlarını açtığı gibi çevirdim. Sıra dışı bir konu, sıra dışı bir yazar Adam FAWER. Şizofreninin gerçek nedenlerini düşünürken, diğer yandan da tek bir hareketin bir insanının hayatını ne kadar değiştireceğine şahit olacaksınız… Spor bahislerini bırakalı birkaç ay oldu. Bende bağımlılık yaratmıştı ve zamanımdan çaldığını fark ettim. Diğer taraftan zevk aldığımı da hatırlıyorum. Kanımda adrenalin miktarının sürekli yüksek düzeyde olması çok hoşuma gidiyordu. Adrenalinsiz bir hayatı düşünmek bile istemiyorum çünkü… Fakat her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi, sonu da olmalıydı. Bu Türkiye-Hırvatistan maçından sonra son buldu… Yine KASA kazanmıştı… Futbol bilgini Saffet AKGÜN kaybetmişti… Pascal ve Fermat gerçekten de olasılıkların hep kasadan yana olduğunu kanıtladılar. Oyuncunun yüz oyun oynadığını varsaydılar. 100 atışın 48’inde altı gelmeme olasılığı yüksekken, 52’sinde altı gelme olasılığı daha yüksekti. Böylece olasılıklar kasadan yanaydı: 52’ye 48. İşte olasılık teorisi de böyle doğdu. Fransız bir asilzadenin dört zarla altı atmamaya çalışmanın akıllıca bir kumar olup olmadığını bilmek istediği için… Fakat bazen insan “istatistiklerin canı cehenneme” demeli ve içinden geleni yapmalıdır… Yazar gerilim dolu kovalamanın yanında bilimden örnekler vermeyi hiç ihmal etmemiş. Heisenberg Belirsizlik İlkesini sade bir dille açıklamış, Darwin Teorisinden söz etmiş, Maxwell’in Kanunlarını dile getirmeyi unutmamış, Schrödringer’in Kedisini anlaşılır şekilde izah etmiş. Kuantum fiziğini herkesin anlayabileceği dilden örnekler ile sunmuş… Özellikle Laplace’ın Şeytanı adlı deyişi ilgimi çekti. Her şeyi bilebilen, geçmişi ve gelecekte olabilecekleri bilebilecek bir varlığı tanımlamak için kullanmışlar… Olasılık Teorisi hayatın sayılara dökülmüş halidir. Olasılıksız adlı kitap da bunun romanlaştırılmış halidir. Eğer sizde benim gibi determinist biri değilseniz, bu kitap tam size göre…
05.09.2008

Kızılderili kabilelerin, toprağın ortaklaşa sahipliğine dayanan ilkel komünizmlerinin yok edilmesi, Amerikan kapitalizmlerinin gelişimi için zorunluydu. Sonuçta Kızılderililer ve Avrupalılar, karşılıklı arzulara bakmaksızın, birbirine ters düşen ekonomik gereksinimler ve amaçlar yüzünden çok şiddetli bir şekilde karşı karşıya geldiler. İspanyolları kıtalararası göçe yönelten başlıca itici güç, eski ticaret yollarının İslam dünyasının denetiminde olmasıydı. Amerika kıtalarında baharat bulunmayışının Colombus’u derin bir düş kırıklığına uğrattığı kaydedilir… Yaklaşık 450 yıllık süre boyunca Kızılderililere karşı yapılan amansız soykırımda Katolik ve Protestanların tam olarak ağırlığı neydi hiç söz edilmemiş kitapta. Son sayfalar da bana biraz sıkıcı geldi… Batı, bugün yerlilere karşı işlediği soykırım ve kültür kırımı suçunu, gönülsüz de olsa kısmen kabulleniyor. Kızılderililer iyi organize olup ve daha başlangıçta güçlü liderlere sahip olsalardı beyazları geri püskürtebilirlerdi…