Toplam yorum: 3.089.885
Bu ayki yorum: 482

E-Dergi

ytayci Tarafından Yapılan Yorumlar

08.11.2006

Öncelikle Sait FAİK’te beni en çok etkileyen:

Bir çok insanın hobilerini, zevk alıp kendilerini mutlu eden şeyleri yapabilmeleri için öncelikle başka başka işlerden para kazanmak zorunda kaldığı İstanbul yaşantımızda, aslında ben onu çok şanslı birisi olarak gördüm. Ailesi sayesinde onu ayakta tutabilecek kadar bir mal
varlığına sahip olmuş olması; sevdiği, hatta ömrünü adadığı “yazmak” eylemini hiç bırakmadan yapabilmesini sağlamış. Onda beni en çok etkileyen; severek yaptığı bir iş ile para kazanmayanlardan olmasına rağmen “yazmasam deli olacaktım…” diyerek bu mesleğe
kendini adaması olmuştur. Sanırım benim yapamadığımı onun yapmış olduğunu görmek, beni onu okumaya iten asıl sebep oldu..
Okudukça gördüm ki o, kendi sıkıntıları ve yalnızlığı kadar, ayak uyduramadığı insanları da anlatmayı seven “bir İstanbul yazarı” . Evet o bir İstanbul yazarı;
Dertleriyle dertlendiği bu insanlarla hayatı paylaşan,
Bir çok öyküsünde olayları dışarıdan tasvir eden üçüncü bir şahıs olmayıp, kendini birebir öykülerinin içinde bulan,
En önemlisi okudukça insanın kendisini de o öykülerin içinde buldurtan bir yazar.
Ben yazarın “Lüzumsuz Adam” adlı kitabını okudum. Hemen daha ilk öyküsünde etkileyiverdi (etkiledi) beni. Öykü daha çok, adı önemli olmayan bir adamın İstanbul’da ‘benim’ diye benimsediği birkaç sokakta geçmekte. Öyküde anlatılan aslında sadece gündelik bir yaşam. Gündelik bir yaşam fakat sıcak, içten, doğal ve samimi. Anlatılanlar belki gerçek
belki de değil ama her şey gerçekte yaşanabileceği kadar tüm içtenliğiyle yansıtılmış. Fransız kahve sahibi bayan, işkembeci Bayram, portakalcı ve esmer Yahudi kızı… Yazar, bu kişilerle olan diyaloglarını veya bu kişilere karşı olan düşüncelerini çok doğal yansıtmış.
İşkembe çorbasına sıkılan bir yarım limondan bahsetmesiyle beni o ana iyice odakladı
doğallığı bozmadan kafamda canlandırmamı sağladı ve bana o anı yaşattı.
Yazar öyküsünün bir bölümünde yedi senedir, bahsettiği birkaç sokaktan başka, İstanbul şehrinde herhangi bir yere gitmediğinden bahsetmiş. Başka bir yere gitmeye ürktüğünü, sanki dövülecekmiş, linç edilecekmiş, parası çalınacakmış gibi hissettiğini anlatmış. “ Bu koca
şehir ne kadar birbirine yabancı insanlarla dolu. Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar?..... Nasıl birbirinden bu kadar ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor?” diye yazmış. Çok merak ediyorum Sait Faik günümüzde yaşasaydı bırakalım sokağından dışarı çıkmayan insanları, acaba evlerinden dışarı
çıkmaya ürken insanları mı konu alırdı, ya da birbiri içine daha da girmiş olan bu şehirde birbirlerini hiç tanımayan insanlar hakkında ki yorumu ne olurdu.
Öykünün sonunda Sait Faik’in yine hayran olduğum kişiliğini gördüm. Bu öyküdeki Sait Faik “atın ölümü arpadan olsun” misali “yaşam nedir ki satayım her şeyi, bakayım keyfime, hayatım güzel son bulsun” der gibi öyküsünü sonlandırmıştı.