Toplam yorum: 3.253.699
Bu ayki yorum: 5.725

E-Dergi

Gamze Özdemir

Ben Gamze Özdemir. 24 yaşındayım ve Odtü'de öğrenciyim. Kaliteli üretime sahip kitaplara güvenilir şekilde ulaşmamı sağladığı için uzun zamandır Kitap Yurdu'nun üyesi ve takipçisiyim. Kitap okumayı çok seviyorum ve her yeni kitapta farklı bir heyecan ve sorumluluk hissediyorum. Kitabın yazarı hakkında bilgi edinmek, okurken notlar ve vurgular ile o kitabı hayatımın bir parçası haline getirmek benim için çok güzel bir zenginlik. Okulumun GST ve Kitap Topluluğu'nun, ''kitap kritikleri'' ve ''okullarda kütüphane (Kitabüs)'' etkinliklerinin üyesiyim. Okuduğum kitaplar hakkındaki bilgileri unuttuğumu farketmem üzerine, okurken eş zamanlı olarak kitap hakkında bilgiler ve fikirlerimi içeren bir okuma defteri tutuyorum. Aynı zamanda bir kitap sayfasında içerik üretiyorum ve bir kütüphanede gönüllü olarak çalışıyorum. Okurken bazı cümlelerin altını çizmek ve notlar almak kitabı bana özel kılıyor ve bir zaman sonra okuduğum ana dair algılama biçimime rastlamamı sağlıyor.

Gamze Özdemir Tarafından Yapılan Yorumlar

Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar kitabından sonra uzun zaman olmuştu onu okumayalı. Polisiyeye geri dönüşüm “Aşkımız Eski Bir Roman” kitabı ile oldu. Başkomser Nevzat ve ekibinin araştırdığı üç farklı cinayet var; Aşkımız Eski Bir Roman, Overlokçu Kız, Sergey Nikolayeviç Jerkovski’ye Ne Oldu?. Genelde polisiye romanlarında özellikle tek bir konu işleniyorsa süreç oldukça uzar. Detaylar sunulur, tahminler alınır ve sonuca gelene kadar zihinsel bir ısınma içinde devam edilir. Yoğun bir dönemde kısa bir zaman aralığında “Çok kalın olmasın, süründürmesin sürüklesin, keyifte versin,” diyorsanız, bu kitap ara öğünlerinize güzel bir eşlikçi olabilir. Kitabın üç kısa ama farklı bölümden oluşması neticeyi çok uzatmadan öğrenmenizi sağlarken, her bölümde olayların aksine Nevzat Başkomser ve ekibinin aynı olması ise bir aşinalık katıyor.

Hikayelerde katilin veya olayın tahmin edilmesi çok zorlayıcı olmasa da ters köşe yapan sonlarda var. Bu sonları öğrenme heyecanı ile bir bölüm çok uzun süre yarım bırakılamıyor. Ahmet Ümit’in farklı bir kitabını okurken yaşadığım heyecanı, hiç beklemediğim o sonu ve sürecin keyfini bildiğim için beklentim oldukça yüksek başladım. Okumaktan çok keyif alsam da bazılarının tahmin edilebilir sonlara sahip olduğunu söyleyebilirim. O sebeple çok çetrefilli ve uzun süre düşündürücü olayları içeren kitapları sevenler için oldukça kısa ve kolay bir senaryo olabilir. Fakat özellikle Ahmet Ümit veya polisiye türüyle yeni tanışacak olanlar var ise bu kitabın güzel bir başlangıç olacağına inanıyorum. Bu kitapların en sevdiğim yanı ise sadece okumuyorsun aynı zamanda izliyorsun sanki. Evgenia’nın meyhanesi, Ali’nin o asi tavırları, Başkomser Nevzat’ın külüstürü ve daha birçok sahne gözlerimin önündeyken sayfaları okudum. Hal böyle olunca o kitap ile bağ çok farklı oluyor. Okurken edebiyatın, birinin ölümüne nasıl sebep olabileceğini, bir katilin apaçık bir şekilde olayın merkezinde nasıl durabildiğini, tüm istihbarat servislerinin tahminlerini çürüten aydınlığa ulaşmayan sonları görüyorsun, ta ki Başkomser Nevzat aklından, deneyimlerinden ve yüreğinden güç alıp ipuçları toplayarak olayın peşinden gidene ve olayı aydınlatana kadar. Çünkü Başkomser Nevzat der ki; “Mesleğini doğru yapmak için sadece akıl yetmez, aynı zamanda kocaman bir yürek gerekir. Ama o yürek çelikten yapılmıyor. Bir süre sonra el bombası gibi gümlüyor işte. O yüreği zamansız gümletmeyelim Ali. Zalimleri sevindirmenin alemi yok.”

Bir sonraki Ahmet Ümit kitabı ile buluşmak için sabırsızlanıyorum. Okuyan herkese keyif vermesi dileğimle.
Sadece çocuk kitabı demek, yetişkinlere haksızlık olur. Hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap eden bu kitap hayatımızın kaçınılmaz bir parçası olan ve insanlığın doğası gereği sıklıkla deneyimlediği üzüntü teması üzerinde yoğunlaşıyor. Hikaye sevginin iyileştirici gücünün farkına varan ve küçük yaşta annesini kaybetmiş Olive isimli bir kız çocuğunun gözünden anlatılıyor. Olive bu farkındalığa odaklanmadan ve henüz onu belki de spontane yaşarken, babasının üzüntüsü hayatının merkezine kuruluyor. Okuyucu bu üzüntünün sebebinin eşinin kaybı olduğunu bilmesine rağmen kaybın üzerinden geçen süre veya üzüntüyü hala bu denli diri tutan sebepleri detaylı olarak göremiyor.

Çocuğun yas sürecini anlamlandırmasını sembolik anlatım ve metafor ile destekleyen yazar böylelikle konuyu çocuklar için biraz daha yumuşak biçimde ele almış. Yas ve üzüntü gibi oldukça gerçekçi olgulardan çocukların tamamen soyutlanmaması gerektiğine inandığım için, konu en baştan benim için ilgi çekiciydi. Kitabı elime aldığımda isminin neden fil olduğu ve üzüntü ile nasıl eşleştirildiği üzerine düşündüm. Aklıma ilk gelen filin ile üzüntünün ağırlığının benzetilmiş olabileceğiydi ama asıl nedeninin bu olup olmadığını merak ediyordum. Fakat yazarın filin hayali bir varlık olduğunu daha ilk sayfalarda deşifre etmesi açıkçası benim heyecanımı biraz köreltti. Bu bilginin son sayfaya kadar hissettirilmemiş olmasını dilerdim ve doğrudan verilmesi yerine üzerine düşünmeyi teşvik eden birkaç küçük ipucu ile okurun yorumuna bırakılması, hem merak duygusunu daha diri tutabilirdi hem de hayal gücüne göre renkli yorumlar çıkmasını destekleyebilirdi. Ta ki son sayfalara gelindiğinde açıklığa kavuşmalı, okuyucunun o ana kadar bu merakını korumalıydı. Tıpkı Freddie gibi.

Yazarın üzüntüyü temsilen hayvanları kullanmasının amacı üzüntüyü daha az korkulu ve biraz daha sevimli kılmak olduğu kuvvetli ihtimaller arasında. Fakat çocuğun üzüntü ile hayvanları eşleştirmesi, filin artık Olive için üzüntüyü ve büyük bir yükü temsil etmesi belki de üzerine çok düşünülmeyen, masum görülen fakat içinde farklı yaratıcılık tohumları barındıran tüm çocuklar için çeşitli anlamlar doğurabileceği gibi bu anlamlar yanlış varsayımlara da dayanabilir. Bunu istatiksel verilere dayandırmak için bu kitabı okuyan çocuklardan konu hakkında veri alınması daha sağlıklı bir sonuç ortaya koyacaktır.

Hikayede gri hayvanlar insanların mutsuz olmasına sebep olan varlıklar olarak değil üzüntünün sonucu olarak gösterilmiş. Buna göre gri bir hayvanın var ise bir üzüntün de var demektir. Bundan ziyade gri hayvanlar, insanlar üzüntülerini yaşarken onları taşımalarına yardım eden birer eşlikçi olsaydı ve üzüntü azaldığında veya tamamen bittiğinde hayvanın insandan uzaklaşması yerine artık gri değil de renkli bir hale dönüşseydi, büyük olasılıkla bu, hayvanlarla çocukların bağını daha da kuvvetlendiren bir yaklaşım olacaktı.
Gri filin babasının üzüntüsünü temsil ettiği açıklandıktan sonra, gördüğüm şey aslında Olive’in de babasının filine ortak olup onu taşıdığıydı. Onun üzüntüsü için yeni bir hayvan çıkmadan önce Olive’in zaten ruhunda taşıdığı gri bir hayvanı vardı. Şimdi düşünüyorum da, çocukların gri rengine de bir önyargıları olmasın!? :)

Sevdiklerinin üzüntülerinden kurtulmaları için gri hayvanları defetmeye çalışan Olive, çareyi onları ( baba ve dede) mutlu etmekte aradı. Sevginin ve mutluluğun örneklerine çoğu kez rastladığı dedesi bu konuda ilham kaynağıydı. Mutluluğu bulma operasyonu olarak adlandırdığım bu süreci Olive, babası ve dedesi olmak üzere üç taraftan ele alalım. Babası eşinin kaybından dolayı üzüntü ve hatta depresyon halinde. Kayıp hakkında pek bilgi verilmediği için süreç biraz muallakta. Şuan okuduğum ‘’İyi Hissetmek’’ isimli kitabın yazarı Dr. David Burns’a göre üzüntü, kayıp veya hayal kırıklığı içeren olumsuz bir olayı çarpıtmadan tarif eden gerçekçi algılar tarafından yaratılan, normal bir duygudur. Depresyon ise her zaman bir şekilde çarpıtılmış düşüncelerin neden olduğu bir hastalıktır (Burns, 2022). Biri belli bir zaman sınırını içerirken diğeri sürekli tekrar etme eğilimi gösterir. Olive’in ve babasının kaybının çokta yeni olmadığını, Olive’in o dünyaya geldikten bir süre sonra annesinin gitmiş olduğunu söylemesinden anlayabiliyoruz. Yas süresinin oldukça uzun olmasından dolayı, babanın üzüntüden ziyade depresyonun pençesinde olduğu söylenebilir. Okuyucu olarak bende ister istemez babanın üzüntüsünü sorumlulukları ve yaşama amacı ile harmanlayıp, bunda başarılı olamasa bile o şekilde hareket etmek konusunda çaba göstermesi yönünde bir arzu hissi ortaya çıktı. Elbette herkesin yas süreci biricik ve ona alışmakta ihtiyaç duyulan zaman da öyle. Bu sebeple kesin etiketleme yapmak doğru olmayacaktır. Çünkü kitapta babanın detaylı duygu betimlemeleri olmadığı için bazı bilgiler kara bir delik. Fakat çocuk bunu fark edip müdahale etmeye kalkana kadar babanın kendisi de dahil çevresindeki kimsenin yardımı olmamış mı diye düşünmeden edemiyorum çünkü Olive’in babasını kazanmaya çalışma çabasından kaynaklı sırtındaki yükün ağırlığı altında zaman zaman ezildim. Hikayenin sonlarına doğru, Olive’in birkaç denemeden sonra ancak başarabildiği ve babası ile dedesini mutlu edebildiğini gördüğümde, babasının bu duygu değişiminin sağlıklı olup olmadığı konusunda şüphe ettim. Çünkü çok uzun süredir acısını anlamlandırıp, üzüntüsüyle barışıp hayatın akışına dönememiş bu adamın içinde neyin değiştiği açıklanmadığı için duygu durumunun gerçekten iyiye döndüğüne inanmakta zorlandım. Belki çocuklar bunu detaylı olarak düşünmeyecek. Bu noktada kendi anlayışımı ve bakış açımı çocuğun bakış açısına indirmekte zorlanıyorum çünkü ben bu durumun çokta sağlıklı ve uzun soluklu olmadığını düşünürken, çocuk için kitapta bu durum oldukça basit görünebilecek ve gerçek hayatta ne yazık ki bu çoğunlukla böyle değil.

''Çocuklar da yetişkinlerin zor zamanlarında onlara destek olabilir'' mesajı çok güzel. Fakat bir konuyu çocuk boyutuna indirirken elbette sivri köşelerin yumuşatılması gerektiği gibi, olayların çokta gerçekçilikten kopartılmadan ve aşırı süslenerek yapaylaştırılmadan sunulmasının önemine çok inanıyorum. Çocuk bir kitap veya oyun yoluyla gerçek hayattaki bir olguyu deneyimleme fırsatı bulacaksa, bu konu onu fazlasıyla tetikleyip üzmesin ama aynı zamanda kandırmasın da isterim. O sebeple bu durum, babanın çok net aktarılmayan yas sürecinin uzun olduğunu ve aslında küçük bir jestten daha fazla yardıma ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Fakat daha yüzeysel gideceksek elbette çocukları bu gibi durumlarda bilinçli, durumu tanımlayabilen, onları anlamlandırabilen ve devamında ellerinden gelen desteği sağlayabilen bireyler olarak hazırlamak açısından kitabı çok sevdim. Belki kendisinin de deneyimlediği fakat anlamlandıramadığı için aktaramadığı bir duyguyu başka birinin yaşadığını görmesi, o çocuk için bazı şeyleri daha konuşulabilir hale getirecektir.

Olive her ne kadar babası tarafından derecesini bilemediğim şekilde ihmal edilmiş olsa da dedesi onun şansı olmuş. Oysa baktığımız zaman kendi kızını kaybetmiş olduğu için yas o dedenin de yası. Buradan o daha çok acı çekmeli ve derbeder olmalı gibi bir sonuç çıkarmıyorum çünkü önceden de söylediğim gibi herkesin yas süreci ve ona bağışıklığı farklıdır.

Devamında dedenin küçük ama anlamlı izler bırakan mutluluklarla beslediği, hayatın griye dönmüş yerlerini renklendirmek için yaratıcı çözümler sunan torunu Olive’in dedesinin de bir gün gri bir hayvana sahip olduğunu görmesi ve bunun üzerine okulunun 100. yaşına özel ‘’eski şeyler’’ konseptli partisinde, dedesini ve şarkılarını seçmesi beni en etkileyen kısımdı. Bu partinin olduğu bölüm, hikayenin sonuna uygun bir anlam ile sonlandığı için hikayenin tamamında bir bütünlük sağlamıştı.

Kitapta altını çizdiğim yerlerden biri ‘’Herkesin her şeyini tamir etmekte üstüne yok, benimkiler hariç.’’ diyen Olive, araba tamircisi olan babası hakkında güçlü bir gözlem yapmış. Aslında üzüntünün hayatta çok olağan olduğu, gelip ve bir daha hiç dönmemek üzere giden bir şey olmadığı, bundan ziyade bizi besleyen ve korkulacak bir şey olmadığını çocuklara uygun seviyelerde sunarken ve onların bilinçli bireylere dönüşmelerine tanıklık ederken, aslında onların artık bu bilinç seviyesi ile gözlem yapıp olayları anlamlandırabileceğinin de farkında olmalıyız. Üzüntülüysek ya bunun kabullenilmesi için bir zamana ya da onunla hareket etmek için bir sorumluluğa sahip olduğumuzu, onun bizi yönetmesinden ziyade (istisnalar ve patolojik vakalar hariç), bizim onu yönlendirecek özerkliğe sahip olmamız, bizden sonra yanımızdaki küçük bireylere de güç verecektir. Böylelikle ebeveynler bu duygu durumundayken çocuklar onları gözlemlediğinde nelere öncelik verebildiklerinin ama buna rağmen aynı doğrultuda neleri erteleyebildiklerinin veya yapamayacaklarını söylediklerinin tezatlığını fark edecek yetiye sahip olacaklardır. Genel anlamda baktığımızda yetişkinler sahip oldukları üzüntülerin ağırlığından çocukları korumalarının yanı sıra, duygularını saklamak için köşe bucak kaçmak zorunda kalmayacaklardır.

Olive’in arkadaşı Arthur’un ‘’Baban bisikletini hiç tamir etmeyecek; sen babanı tamir etmedikçe.’’ sözü dokunaklı olsa da ve ‘’iyileşmeye katkı’’ kısmında çocuğa harekete geçme motivasyonunu aşılasa da çocuğun mutluluğunun dışa bağımlı olduğu mesajının verilmesinden ve omuzlarına yük bindirme tehlikesinden kaçınılmalıdır. Bunun yanı sıra ‘’Yardım etmekten mutluluk duyarım, fakat başkasının düşünce ve inançlarından kaynaklanan duygu durumunun sorumluluğu bana ait değildir. Ben kendimden sorumluyum.’’ mesajı vurgulanarak çocukların sorumluluk ve zorunluluk arasında denge kurmaları desteklenebilir.

Bende şunu söyleyebilirim ki; mutluluklar beni günbegün iyileştirebilir ama her zaman üzüntüyü tamamen ve bir daha karşılaşmamak üzere silip atacağına dair garanti vermez. ''Her Güne Bir Kafka’’ isimli kitapta da söylendiği gibi ‘’Çok fazla uzamadığı ve kendimize acımaya varmadığı sürece üzüntü hoş geldi sefa geldi.’’ Çocuklar da bunu bilmeli!
Don Miquel Ruiz’in "Dört Anlaşma & Toltek Bilgelik Kitabı" ince olmasının yanı sıra acele etmeden, yavaş yavaş ve sindire sindire okunması gereken, hayat boyu güncelliğini yitirmeyecek içeriğe sahip, yardımcı bir kitap. Tüm bunların yanı sıra uygulamasının çokta kolay olmadığına, güçlü bir tekrar ve arınma gerektirdiğine inanıyorum.

Spiritüel bilgileri ve uygulamaları araştırmak ve korumak için bilim insanlarından oluşan Toltek öğretisi bir yaşam sanatı olarak tanımlanır, ruhu kucaklar, mutluluk ve sevginin peşinden gidebilmenin yolunu kolaylaştırır. Aynı zamanda bu yol özgürlüğün yoludur. Yaşadıklarımızın inanç sistemlerimizi ele geçiren toplumsal rüyamızın bir ürünü olduğunu, algılamalarımızın ve varsayımlarımızın henüz daha çocukken toplumun bize bir tepside sunduğu ve geri çevirme seçeneğimizin olmadığı kodlamalardan oluştuğunun farkında mıydık? Çocuk olarak inançlarımızı seçme olanağımız yoktu ve bu bilgiler bize öğretilerek toplumla anlaşmaya katılmamız sağlandı. Şimdi bu anlaşmadan çekilerek, benimsediğimiz toplumun kararlarını kendi kararlarımıza dönüştürme zamanı.

Toltekler tüm yaşam rüyamızı kontrol eden, bizim nasıl insan olmamız gerektiğine karar veren ve bizi ehlileştiren bir parazitle yaşadığımızı fark ettikten sonra yapabileceğimiz bazı anlaşmalar olduğunu ileri sürüyor. Bu anlaşmalar sayesinde parazitlerden ve kodlamalardan arınıp, kendi özgürlüğümüzün ve seçimlerimizin bilincine ulaşacağız. Bu sebeple yapılacak dört anlaşma var.

İlk anlaşma ‘’Kullandığın sözcükleri özenle seç.’’ Niyetimiz söz aracılığıyla şekil bulduğu ve sözlerle yaşamımızdaki olayları yarattığımız için kullandığımız sözcüklerde kusursuz olabilmek önemlidir. Fikirlerimiz bakış açımızdan başka bir şey değildir ve bireysel rüyamızdan kaynaklanır.

İkinci anlaşma ‘’Hiçbir şeyi kişisel algılama.’’ Egonun hakim olduğu bireysel önemlilik ve kişisel algıladığımız bakış açıları toplumun ehlileştirme sürecinde bize öğrettiği ve bizimde bireysel rüyamızı yansıtan zehirlerden bir diğeridir. Karşı tarafın bize yaklaşım biçimi bizimle değil onunla alakalıdır. Bu kitapla ilgili artık şuna eminim ki karşımdaki insanın hem kızgınlığı hem sevgisi, onun deneyimlerinden doğan bireysel rüyasının ürünleri, senin değil. Sorumlu seçimler yapabilmek için kendimize güvenmeliyiz fakat başkalarının davranışlarından biz sorumlu değiliz. Unutmayın ki bizim tarafımızdan kabul görmeyen zehir, göndericisi üzerinde daha büyük bir etki yaratır. Yapmamız gereken şey kişisel algılamadan ve bir başkasının onayına muhtaç olmadan ilerlemektir.

Üçüncü anlaşma ‘’Varsayımda bulunma.’’ Var olmayan, var olduğuna dair bir kanıt bulunmayan bir çok şeye varmış gibi inanarak bir zehir yaratırız. Bu varsayımlar olumsuz olduğu kadar olumlu da olabilir. Örneğin birini değiştirmeyi varsaymak gibi bir hata karşısında Don Miguel Ruiz gerçek sevginin insanları değiştirmeye çalışmadan onları oldukları gibi kabul edebilmeyi içerdiğini söyler.

Dördüncü anlaşma ‘’Daima yapabildiğinin en iyisini yap’’ Bu anlaşma ise ilk üç anlaşmanın çalışır duruma gelmesidir. Kitap, elimizden gelenin ‘’en iyisini’’ yaptığımızda vicdan kavgalarımızın dineceğini ve bu üretkenliğin bizi mutluluğa ulaştıracağını söyler. Güzel bir haberim var; risk alıyorsak ve rüyamızı ifade ediyorsak canlıyız demektir.

Yaşamın bizden aldıklarının peşinden koşmak, geçmiş rüyalarımızda yaşamak hayatımıza haksızlık etmek değil mi? Olduğumuz anın tadını, olduğumuz biz ile çıkarmanın keyfine varma zamanı. Bunun için gereken, bu alışkanlıklarda aksiyonu yaratan tekrarı unutmamak ve inanç sistemimizi yenileyerek kurban rolünden çıkıp yargıcın elinden kurtulmak. Tüm bu anlaşmaları alışkanlığa dönüştürdüğümüzde yaşamımızda dönüşmeye başlayacak. Unutmayalım ki kendimize duyduğumuz öz sevgi ne kadar çoksa, öz zarar o kadar az olur.

Tüm bu değerli bilgileri hayatımıza uygulamak kitapta anlatıldığı kadar kolay değil ama en azından bu yolda çabalamak bile bize iyi gelebilir. O sebeple belki de başucu eşlikçiniz olabilecek bu kitabı okumak için gecikmeyin.
03.09.2023

İnsanlıktan çok otomatik bir düzen talep eden bu karanlık distopyada çocuklar bile aile bağlarından koparılıp erken yaşta hedeflenen bağnazlıkların kölesi haline getiriliyor. Hükümet 2x2=5 diyor ise siz hiçbir bilimsel kanıt sunamazsınız. Belli ki matematik kuralları yanlıştır veya zaten bilim denen şey hiç yoktur. Tek yapmanız gereken 2x2=5 olduğuna inanmanızdır. Parti isterse dünya güneşin değil güneş dünyanın etrafında dönebilir, doğa olayları yeniden şekillendirilebilir, tarih değiştirilebilir; isterse bütün insanlar dün ne olduğunu biliyor olsun. Bunun için belgelerin yok edilmesi ve ingsos ilkelerine göre "yenisöylem" adı verilen kısıtlanmış/yozlaştırılmış dil ile uyarlanması yeterlidir. Bireysellik, özgürlük, sevgi, güven, huzur diye bir şey yoktur. Yalnızca partinin görünmeyen temsilcisi Büyük Birader'e ittat vardır. Tamamen totaliter rejimin hakim olduğu bu devlette sorgulamak bir düşünce suçudur. Değil eyleme geçmek, düşünceni bile filtrelemelisin.
03.09.2023

Yazarın vermek istediği mesajı, kitabın bölümlere ayrısını sevdim. Zamanında şöyle yapsaydık bu olurdu diyerek "an" ı kaçırdığımız, tercihlerimizi sorguladığımız çok zaman olabiliyor. Kitaptaki soru şu; Kendi hayatımız dışında hayal ettiğimiz başka hayatları yaşama fırsatımız olsa ne olurdu? Bu kulağa büyüleyici ve mutluluğun anahtarı gibi gelse de intiharın eşiğindeki Nora'nın deneyimleri farklı şeyler söylüyor. Tüm pişmanlıklarımız gerçek hatalarımızdan ve elle tutulur sebeplerden mi kaynaklanıyor, bu pişmanlıklar düzeltilse her şey dört dörtlük mü olurdu üzerine düşündürmekte. Psikolojik sallantıların ve tedavilerin daha gözle görülür olduğu günümüzden keşkelerin, öfkelerin, pişmanlıkların, hayatından memnuniyet duymamanın, kendine değer vermemenin somut bir bağlantısı niteliğinde. Bu kitabı çok doğru zamanda, tamda bu tarz acabaların, keşkelerin sınırlarında gezerken okuduğumu düşünüyorum.'Bazen öğrenmenin tek yolu yaşamaktır.'