E-Dergi

George Sand, 19. yüzyılın Fransız edebiyatının önemli figürlerinden biri olarak eserlerinde toplumsal eleştiriyi, bireyin iç dünyasını ve doğa-insan ilişkisini işlemektedir. Şeytan Gölü eseri ise, yazarın romantizm akımının etkisiyle kaleme aldığı ve aynı zamanda bireysel mücadeleler ile doğa üstü imgelerin iç içe geçtiği bir eserdir. Eser, doğa ve insan arasındaki mistik bağın yanı sıra insan ruhunun karanlık yönlerini ve toplumun baskıcı normlarını sorgulayan bir eserdir. Esere adını veren şeytan gölü, metafor olarak kullanılırken, yalnızca fiziksel bir mekân olmanın ötesine geçerek insanın içsel korkularını, bilinmemezliklerini ve ruhundaki çatışmaları simgeler.

Kitap akıcı ve sürukleyici bir anlatıma sahip. Holmes'un en büyük düşmanı profesör Moriarty ile giriştiği ölümcül hesaplaşmayı konu edinen kitap yalnızca çatışma değil, aynı zamanda aklın ve adaletin faniliğinin de sembolü haline gelmektedir. Reichenbach şelalesi, doğanın vahşiliği ve kaçınılmazlığıyla Holmes'un keskin zekâsının karşı karşıya geldiği yerdir. Yazarın bu mekânı seçmesi kesinlikle tesadüfi olamaz. Okuyucuyu hem fiziksel hem de felsefi bir düşüşe tanık etmektedir. Ayrıca Holmes'un ölümü göze alması, onun yalnızca bir akıl makinesi değil, aynı zamanda dostuna sadık bir insan olduğunu göstermektedir. Özellikle Dr. Watson'a yazdığı veda mektubu Holmes'un ilk defa insani zaafını açıkça ortaya koyduğu bir andır. Reichenbach şelalesi yalnızca bir düşüşü değil aynı zamanda yükselişi betimlemektedir. Holmes'un bedeni düşse de, karakteri efsaneleşerek yükselir.

Çok keyif alarak okuduğum ve hemen biten bir kitap. okurken asla sıkılmıyor daha da okumak istiyorsunuz. Kitap klasik polisiye olay örgüsünün ötesinde suçun arkasındaki insan hikayesini keşfetmeye çalışan bir eser. Holmes, sezgiden ziyade gözlem ve tümevarıma dayalı analizlerle gerçeğe ulaşır. Holmes'un düşünce yapısı modern aklın temsilcisi olarak öne çıkmaktadır. Kitabı okurken olayların içerisine girip yorum yapmaktan kendinizi alıkoyamayacak, suçlunun psikolojisini de anlamaya çalışırken bulacaksınız. Ayrıca kitapta ilk kez karşımıza çıkan Dr. Watson ile tanışmaktayız. Holmes'un soğukkanlı zekası ile Watson'ın insani duyarlılığı arasındaki tezatlıkla kitabın dinamiği sağlanmış. Kitap okuyucuyu klasik suçlu kim? sorusunun peşinden sürüklemekle kalmayıp, aynı zamanda adalet nedir? sorusunu da sordurmaktadır.

Roman, açlık ve yoksulluk içinde yaşayan, isimsiz bir anlatıcının bilinç akışı şeklinde ilerleyen iç dünyasını gözler önüne serer. Hamsun, realizmden ayrılarak karakterin içsel durumuna, zihinsel dalgalanmalarına ve varoluşsal sancılarına odaklanır.Açlık, toplumsal gerçeklikten çok bireyin iç dünyasını merkeze alır. Anlatıcının açlık nedeniyle zihninde yaşadığı değişimler, onun dünyayı algılama biçimini dönüştürür. Açlık sadece fiziksel bir ihtiyaç değil, aynı zamanda insanın ruhsal durumunu da etkileyen bir unsur olarak işlenir. Anlatıcının ruh hali sürekli değişir; bazen coşkulu, bazen umutsuz, bazen de hayal dünyasında kaybolur.Açlığın etkisiyle anlatıcı zaman zaman gerçeklikten kopar. Aç kalmanın insan psikolojisi üzerindeki etkisi, bilinç akışı tekniğiyle başarılı bir şekilde anlatılır. Zihnindeki gelgitler, hayaller ve sanrılar aracılığıyla, insan doğasının kırılganlığı gözler önüne serilir.

Arsen Lüpen serisinden sonra merak edip okuduğum ve iyi ki de okumuşum dediğim bir kitap oldu benim için. Kitapta Holmes'un sadece zekâsı değil aynı zamanda insani yanını da görme fırsatı buluyoruz. Hikaye zekice kurgulanmış olay örgüsü ve Holmes'un karakterine dair önemli ipuçları barındırmaktadır. Irene Adler karakteri ise hikayenin benzersizliğine ayrı bir derinlik katıyor. Holmes'un karşısındaki güçlü bir rakip olarak zekâsıyla hayranlık uyandırıyor (Arsen Lüpen' den sonra tabii). Bohemya atmosferi ve dönemin sosyokültürel yapısı da ustalıkla betimlenmiş. Bir solukta okunabilecek akıcı, zengin detaylara sahip ve zekânın zarafetle buluştuğu bir eser. Sherlock Holmes serisine başlamak isteyenler için ideal bir kitap.