Toplam yorum: 3.087.413
Bu ayki yorum: 7.100

E-Dergi

Unvergesslich Tarafından Yapılan Yorumlar

25.02.2008

Don Kişot – Miguel de Cervantes Saavedra

Cervantes, romancılığın önünü bu kitapla açmıştır.

Okuduğu kitaplardan etkilenen Don Kişot, ona dayatılan bir dünyadan gerçek hayatın kollarına atılmıştır. Okuduklarımız ile gerçek hayatın uyuşmazlığı, Don Kişot romanında ayyuka çıkar.

Dönem gereği halkı uyutmak için yayınlanan kitaplara inanmak ve gerçek hayatı görmek… İnsanı çelişkiye düşüren olaylar zinciri de Don Kişot’un, hayatı sorgulamasını sağlıyor.

Kurduğumuz hayat ve gerçek hayat, hayal dünyası ve gerçekler… İnsan hangisine inanmalıdır? İdealizm peşinden koşarken, hayatın gerçeklerine ne şekilde karşı gelebiliriz, onu değiştirebiliriz, bu yaşanılan olaylar zincirinde alttan alta mesaj olarak veriliyor. Sanço Panza’nın cahilliğine rağmen hayatın gerçeklerine sahip çıkması ile Don Kişot’un entelektüel dünyası arasında ilginç diyalektikler oluşuyor. Cahil, bir eğitimliden daha mı bilgilidir? Hayatı biliyorsa, tecrübeli ise, gerektirdiklerini yerine getiriyorsa, bunun cevabı evet olabilir mi? İdealizm nerede peki? Neden okuyoruz, kendimizi geliştiriyoruz, sinemadan, müzikten, tiyatrodan neden faydalanıyoruz? İçinde yaşadığımız dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için değil mi? Yoksa sadece kendimizi düşünmek için mi, bencillik dolu bir dünya inşa etmek için mi?

Don Kişot’un saldırdığı devler bugün karşımızdalar. Elimizde artık mızrak, bile yok; bu devlere karşı nasıl savaşacağız peki? Hayatımızı yönlendiren bu devlere karşı, nasıl bir karşı duruş sergileyeceğiz? Oturup, bizi bir lokmada yutmasını mı bekleyeceğiz, yoksa birleşerek devleşerek, ona karşı gelerek mi yaşayacağız?

Kralların yönettiği topraklarda bir şövalye olmak kolay değil. Ama Don Kişot, hayatının son evresinde olsa bile, hayatını ortaya koyarak, inandığı değerler uğruna savaşmaya koyuluyor. Ama hayat, okuduklarımızdan daha gerçek ve daha vahşi… Sanço Panza ile Don Kişot aslında insanın bölünmüş iki ruhu. Biri sağduyuyu, aklı, mantığı, tutarlılığı ve kısa yoldan köşe dönmeyi, rahata kavuşmayı v.b, diğeri ise; soyluluk, yiğitlik, asillik, entelektüellik, şövalyelik, idealizm, sanatkârlık v.d simgeliyor. İki ruhun karşılıklı savaşımından ise çelişki, çelişki de gelişimi sağlıyor, bize de bulaştırıyor. Hangisi doğru, simgelenen olaylar neler, bizim için doğru olan ne? Kitap, bu şekilde içimize doğru bizi bir yolculuğa çıkartıyor.

İnsanın içine yapacağı yolculuk hiç bitmeyecektir. O yolculuğa çıktıktan sonra, başına gelmedik olay kalmayacaktır. Yolculuk hiç bitmeyecektir belki ama yolculuk boyunca insanlığa bir adım daha yaklaşacaktır. Hepinizi şövalye olmaya davet ediyorum. Yolculuğunuzda Sanço Panza’yı da yanınıza almayı unutmayın.
06.02.2008

Bin bir Gece Masalları – Anonim

Masallar, insanı uzak diyarlara, akla hayale dayanmayacak olaylara, cin tayfasına, harem kadınlarına, yiğit savaşçılara, prenslere, prenseslere, acuzelere, hayvanlara, padişahlara, meliklere v.d kişi ve olaylara bizleri götürüyor. Bunları yaparken de alttan alta bizlere ahlak dersi veriyor. Bu dersler sayılamayacak kadar çok, kadınların güvenilmezliğinden tutun, ahlaklı bir insanın faziletlerine kadar her bir gelenek ve görenek yapısı bu kitaplarda işleniyor. Kitaplar, gençlik çağına yeni adım atmış gençler için yararlı olacaktır. Zira ahlaki yapılarının gelişmesinde bu kitaplardan çıkaracakları çok fazla ders var. Ben kitabın Raif Karadağ çevirisi, 1490 sf. 1960 yılına ait olan ciltlerini okudum. Bin bir gecede bin birden fazla olay ve hikâye anlatılıyor.

Eğer masalları seviyorsanız, ilgi duyuyorsanız, orta doğu kültürüne, Müslümanlık sonrası yayılan din dalgasına kapılan ülkelerin yaşadığı bu olağanüstü olaylara merak duyuyorsanız, kitapları tavsiye edebilirim. Ancak masallar genelde büyüklere göre, zira cinsellik ve adamları ikiye bölen vahşi anlatımlar da mevcut. Çocuklarınıza okumak istiyorsanız, bin bir gece masallarının çocuk dizisinden faydalanmanızı öneriyorum.

Kitapla, hayal gücünüz sınırlarını zorlayacaktır. Adeta rüya gibi gelişen olayları, bir mantık çerçevesinde görmezseniz, kitaptan değişik tatlar alabilirsiniz. İyilik kötülüğü birkaç istisna dışında her zaman yeniyor. Doğruluk ve güzelliğin ağır bastığı anlatımlarla kendinizi uçan halı ile dünyayı gezen, cinlerle oradan oraya ışınlanan, elmalarla iyileşen, kürelerle etrafı gören vd. destansı olayların içinde bulacaksınız. İyi okumalar dilerim. Kitapla kalın.
01.02.2008

Açlık - Knut Hamsun

Knut Hamsun, yaşamaya dört elle sarılmış bir insan olduğu hayat öyküsünden anlaşılıyor. Yaşamla verdiği mücadelede asla yılmamanın, ona karşı durmanın, ayakta kalmanın mücadelesini onurlu biçimde vermenin öneminin altını çiziyor. Açlığı sahtekârlık yaparak para kazanmaya tercih ediyor ve üzerinde ne varsa, zorlu soğuğa rağmen satıp duruyor. Taa ki düğmelerine varıncaya kadar.

Romanda, yazar olmanın hiç de kolay bir şey olmadığı da vurgulanıyor. Gerektiğinde açlıktan ölecek bile olsa o, ne yazarlığından, ne de insanlığından vazgeçiyor. İnsan olmanın, manevi tüm niteliklerini yerine getirmeye çalışırken yaşadıkları, kirli dünyanın üzerine örtülen temiz bir çarşaf gibi kalıyor. Ama bu çarşafı önüne gelen çiğniyor.

İnsan olmak hiç kolay bir şey değil. Hele onur, namus, şeref ve gururu günümüzde artık tek bir insanda görmek pek mümkün olmuyor. Roman kahramanı kadar ince düşünebilen, aç kalmayı sevdiği insana bile değişen, ondan gelen yardımları kabul etmeyen asil insan figürü günümüzde ancak empresyonizm tablolarında yaşatılan gerçekler kadar hayali şu günlerde.

Kitap, Kafka’nın Açlık Usta’sına benzer öğeler taşıyor. Kahramanın açlığı kimsenin umurunda değil ve semiren hayvanlara bakan insanlar bu kitapta da az değil. Kafka belki bu öyküsünü Açlık romanından almış belki de romanı duymamış da olabilir. Gerçek şu ki, yazarlar birbirinden haberli ya da habersiz paralel duyguları öykü ve romanlarında yansıtabiliyorlar.

Aç kalmasa idik, hayatla mücadelemiz nasıl olurdu, onu da sorgulamak ilginç olurdu. Aç olmayan insan acaba günümüzdeki insanlardan daha mı acımasız, açgözlü, hortumcu, soyguncu, üçkâğıtçı olacaktır bunu bilemeyiz. Ama bu saydıklarımızın tok oldukları düşünülürse, bunları yapmaları tok olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Namuslu bir aç ekmek çalabilir, yakalanabilir, yargılanabilir, hapis yatabilir. Dokunulmazlığı olan tok hırsızlar ise, herhangi bir suçlamaya karşı, çaldıkları milyonların ekmeğinin önünde, ekmek çalan namuslu hırsızdan milyonlarca kat aşağıda olacaktır. Çünkü o tokluğuna tokluk katmaktadır.

Kitaba verdiğim not: 10/7
31.01.2008

Öteki – Fyodor Dostoyevski

Dostoyevski, bu romanı ile disosyatif kimlik bozukluğuna (dissociative identity disorder) uğramış bir devlet memurunun öyküsünü bize anlatıyor. Bir psikiyatrist değilim, ama romanı 2000 yılında ve bu sene (2008) iki kere okudum. Roman kahramanının tüm bulgularını incelediğinizde, psikoloji ile ilgili genel bilge sahip olduğunuzda ve internetten de araştırma yaptığınızda, bu teşhisi koymanız mümkün olabilir.

Bu kitap, psikoloji ve psikiyatri eğitimi alan her bilim adamının başucu kitaplarından biri olmalıdır. Zîrâ Dostoyevski, psikolojiye ışık tutan karakterlerini, romanlarında o kadar canlı bir biçimde anlatır ki, bu kişileri ya da kişilerin özelliklerini insanların davranışlarında, - tek bir insanda toplanmasa bile – görebilirsiniz.

Goladkin’in rahatsızlığının çıkış nedeni belki çocukluğunda yaşadığı bir travmaya bağlı olarak çıkmıştır, ya da çıkmamıştır. Bu önemli değil. Önemli olan Dostoyevski’nin psikolojik rahatsızlığı olan bir insanı yansıtma biçimidir. Böyle bir insan nasıl yaşar, nasıl düşünür, ne ile meşgûl olur; toplumun, arkadaşlarının, iş çevresinin ona karşı tutumu nedir; hastalığı ilerledikçe ne olacaktır? Tüm bu soruların yanıtları, okuyucuya hissettirilmeden veriliyor.

Goladkin’in çektiği acılar, dramı, o zamanlarda bu hastalıklara çare bulunamayışının haykırışıdır. Dostoyevski, büyük bir yazar olduğu kadar, toplumsal sorunları yansıtarak, yarattığı kişiler ve kişilikleri ile topluma ışık tutmuş dâhiyane bir yazardır. Hiçbir yazar kendi toplumuna karşı tepkisiz kalamaz ve kalemle verilen savaşlar, her zaman için kılıçla verilen savaşlardan daha etkili olmuştur.

Günümüzde bu hastalıkların çâresi var, ancak yüzyıllar önce aydınlar, topluma ışık tutup bilim adamlarını böyle etkili incelemelerle etkilemeselerdi, belki de hâlâ psikolojik rahatsızlıkları olan insanları, kapalı kapılar ardında kilitli bırakacaktık.

Goladkin’in kafasında yarattığı öteki ile olan mücâdelesi, yarattığı dünyada yitip gitmesini izlemek gerçekten çok acıklı. Benlik kavramının dışarı çıkmasının, onunla konuşmasının, üstüne üstlük bu benliğin Goladkin’den tamamıyla zıt bir karakter taşımasının, insanda yarattığı ruh sıkıntısının yükünü, kanaatimce hiçbir insan taşıyamaz; nitekim Goladkin de bu ağırlığı taşıyamayıp, altında eziliyor.

Akıl güzel şey, ona sahip çıkmak daha başka bir güzel. Aklın yoldan çıktığı andaki seyri, canlı canlı, an be an yaşamak istiyorsanız, buyurun Öteki’ye.

Esenlikle dolu okumalar

Kitap Notu: 7/10
26.01.2008

Ölüler Böyle Sever – Charles Bukowski

Hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı onsekiz küçük öyküsü ile Bukowski yine karşımızda. Hayatın boktan yüzünü görmek isteyenlere, kimileri için kayıp sayılacak yaşamlar sürdüren, kimisi içinse, hayatı buram buram yaşayanların kokteyli, insanı yine sarhoş ediyor. Öykülerinde anlattığı karakterler gerçekten ölü müdürler, yoksa hiç yaşamamışların; şikâyetleri, serzenişleri veya hep olmak istedikleri serseriler, pezevenkler, fahişeler, metresler, alkolikler v.d midirler? Bunun kararını sizler okudukça vereceksiniz.

Sizi bilmem, ama Bukowskiyi okurken tüm kanımın yenilendiğini ve hayata yeni bir renkle aktığını hep düşünürüm. Pis, azgın moruk, onun yüzde biri bile olamayanların yüzüne tokat gibi çarpar, iz bırakır. Toplumu inceleyecek olursak, Amerika’nın öteki yüzünü, hiç de cicili bicili olmayan lağım memleketinin anılarını görüp dururuz. Sonra da bu yöne giden toplumumuzun yapısı ile pekâla paralellik kurup, nerden nereye geldiğimiz hakkında kafa da yorabiliriz.

Bukowski bir fırlama, yazdıkları bir çığlık, kadınları yosma, sadakatsiz birer seks makinesidir. Ruhlarını şeytana satmış insanların kurduğu sirkte eğlenen insanların hezimeti, haykırışı, yaşamla savaşıdır anlatılanlar. Okurken onun fikirlerinden etkilenmemek, onun cümle yapısı ile düşünmemek mümkün değildir. Her okuyuşunuzda Bukowski’den bir nefes çekip, bir iki saat, tıpkı yazdıkları gibi afyonlanmış bir halde düşünerek hayatı yorumlarsınız; bu da onun yazımının gücünden gelmektedir. Bu serseri edebiyatını sevmeyenler çıkarsa, bilsinler ki hayat, sadece iyi yönleri görülen, görülebilecek bir yer değil; cehennemin parçalarının da serpiştirildiği; köşelerin, bucakların, illerin, ülkelerin memleketidir. Bu cümbüşe katılmanızı öneriyorum, iyi okumalar…

Kitap Notu:7/10