E-Dergi

"Cihangir buğday, cihangir cam, cihangir post, cihangir anahtar, bütün sezarlar şahlanmış atları ile daracık bir hipodrom içinde buluştular." Öncelikle kitapta 1921 yılında yapılan Londra Konferansından değil 1933 yılında yapılan Londra İktisat Kongresinden Falih Rıfkı Atay'ın gözlemleri sonucunda yazmış olduğu mektuplar yer almaktadır. Savaşı kazananların bile refaha erişemediği Birinci dünya savaşı sonrasında güç kaybeden devletlerin ekonomik olarak tekrardan toparlanmaya başlayıp savaş öncesi gibi pastadan pay kapma yarışında ki görüşlerini, tutumlarını ve politikalarını kolayca kavrayabiliyorsunuz. Yazarın mektuplarında iktisadi nasyonalizmin dönem şartları gereğince ne kadar önemli olduğunu tarihe tanıklık etmiş birinin kaleminden örneklerle öğrenebilirsiniz. Konferansın genel halini "Her devlet kazanmış olduğundan fedakarlık etmek değil, başkalarına kabul ettirebileceği fedekarlığı kendi kazancına eklemek niyetinde idi." cümlesi şeklinde anlatabiliriz aslında.

"Işık hızının ne olduğunu biliyorum ama karanlığın hızının ne olduğunu öğrenmedik! "
Saraybosna Marlborosu içinde bulunan kısa öykülerle bir savaşı değil savaşın etkilediği hayatları etkileyici bir şekilde anlatıyor. Her öyküde savaşın yıkıma uğrattığı bir hayatı, olayı, anıyı görüyorsunuz. Tarih bilgisine katkı sağlayacağını pek sanmam ama savaşın insan hayatına, günlük yaşama, kültüre, sanata ... vb. olgulara etkisini görmek, fikir sahibi olmak açısından çok önemli bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Yaşamdan, günlük hayattan, insanlardan soyutlanmış bir aydının belki de hayatta hiç karşılaşmak istemeyeceğimiz insan tipleri ile karşılaşması ve yaşananlar ironi dolu bir anlatımla okuyucuya aktarılmış. Aynı zamanda insanların gerçekliği görememesi ve kendi sanal gerçekliğine inanıyor oluşu yani gerçeklik karşısında körleşebilme durumu uç seviyede örnekler ile tasvir edilmiş. Bu kadar da olmaz diyebileceğimiz örneklerle. Kitabın yazıldığı dönem şartlarında kadın-erkek ilişkisi ve kadına bakış açısı hakkında ise sorgulamaya ve düşünmeye değer anlatımlarla, bilgilerle karşılaşıyorsunuz.

Birbirinin neredeyse aynısı olan 3 cinayet ve soruşturma süreci... Bence bir polisiye romana göre katili bulma süreci ilk başta çokta sürükleyici gitmiyor ama sonlara yaklaştıkça merak uyandırıyor ve beklenmedik bir sonla bitiyor. Bu nedenle kitabı okumaya başladığınızda biraz sıkılabilirsiniz. Bir de kelimelerde eksik harf bulunması durumu da sıkça mevcut.

Romanın konusu ve akıcı anlatımı sizi kendisine çekiyor. Ancak, bazı noktalarda okurken olaylar arası bağlantıyı kurmak zorlaşıyor ve kopuyorsunuz. Bu da çeviri olmasından kaynaklanıyor olabilir.