Toplam yorum: 3.253.601
Bu ayki yorum: 5.625

E-Dergi

Emre Kurt

çok okur, çok yazar, çok izler, çok gezer. şiirleri hiç yayınlanmamış dahası hiç yayınlamayı denenemiş bir şair, öyküleri hiç yayınlanmamış dahası hiç yayınlamayı denenemiş bir yazar, yolunu arayan, bulamayan ama çok güzel arayan biri. kitaba, müziğe ve filmlere sığınmış fırtınanın dinmesini bekleyen biri.

Emre Kurt Tarafından Yapılan Yorumlar

16.07.2025

duruma göre çin devriminin kara yüzünü anlatan bir kara propaganda kitabı olarak da bakılabilir, çin devrimi insanlara ne acılar çektirdi, bakın, izleyin, okuyun, ne kadar absürt olsa da gerçekler bunlar, gerçekte yaşananlar bunlar şeklinde de bakılabilir. kişisel olarak hangisi olursa olsun, abartılarak yazıldığını düşünüyorum.


fazla dram geldi bana. bazı duyguların sömürülerek anlatı konu edilmesi beni rahatsız ediyor. içim burularak okuduğum bölümler oldu. bu tarz konseptler bana göre değil, iflah olmaz bir dram bağımlısıysanız siz kaçırmayın ama :)
kitabın anlatım dili fena değil.

özetle, kitap pek içine çekemedi beni, kara propaganda soslu dram dokusu tam tersine itti de itti. zor bitirdim, bitirdikten sonra fark ettim ki çok yorulmuşum.
İlk düşüncem: kitabın adı neden sarı yüz? başlamadan hiçbir yere oturtamadım ancak olay örgüsünde makul bir yere oturuyor. Dipnottan aktarıyorum: kitabın da orijinal adı olan yellowface İngilizcede genellikle bir gösteri dahilinde doğu asyalı insanlar gibi görünmek için yapılan makyajı ifade etmektedir.

Havuz başında okunabilecek bir kitap mı: kesinlikle evet.

Hatta zaman sıkıntınız yoksa bir solukta bitirmeniz mümkün; dili sade, hikaye akıcı.

Yazar olan kahramanımız, yanında hayatını kaybeden bir başka yazar arkadaşının (Athena) yayımlamamış olduğu kitabını düzenleyip tamamlıyor ve yayınlıyor. Haliyle popülerlik basamaklarında ve çok satanlar listesinde ilerlerken, hayatı hep Athena’nın gölgesinde devam ediyor, tüm bu süreçte bütün içsel çatışmalarını takip ediyoruz. Her ne kadar popcorn bir kitap gibi dursa da karakter derinliğini sevdim. Yazarın yolculuğu sırasında, geçmişten gelen bilgilerle, konuya farklı açılardan bakıyoruz. Ahlaki açıdan farklı cephelerden yorumlamalar mümkün ve yazar bu noktada bizi yeterince yönlendiriyor.

Romanın arka planında tüketim toplumu, sosyal medyanın (bütün toksikliğiyle) hayatımızdaki yeri, woke kültürü, iptal kültürü (cancelling), hatta gizli ve açık ırkçılık gibi temalar işleniyor. Tüm bu eleştiriler öyle kuru kuru veya didaktik değil, hikâyenin akışı ile ortaya çıkmakta. Bu da kitabı keyifli bir yaz okumasından belki bir parça ileri taşıyor.

Kısacası kitap hem akıcı hem de düşündürücü; bir yandan sizi içine alıyor, bir yandan bitirdikten sonra kafanızda bazı sorular bırakıyor.
Bir şairi okumak yalnızca kelimelerinin büyüsüne kapılmak ya da büyüleyici satırlar yakalamaktan ibaret değil. Birkaç şiirle şairi tanımak, onu anlamak, onunla seyahat etmek mümkün. Elbette çeviri şiirlerde bu daha zor olabilir ancak F.G Lorca’yı bu kitabıyla tanıdığımı düşünüyorum.

1910-1930 civarları dünya için zor yıllar. Dünya savaşı bitmiş, dünya ekonomik bir buhranda. İspanya’da doğmuş bir şairin New York’ta hissettikleri – belki başka bir zamanda farklı olabilirdi- çok karışık, zıtlıklarla dolu ve değişik olmalı. Göz kamaştıran bir nehir ve bir ceset nasıl yan yana gelebilir? Granada’lı bir şair için, belki biraz kendimden parçalar da bulduğum için, oldukça karışık ve hatta absürt ve bir o kadar da olası…

Ben sevgili Lorca’yı hayli sevdim. Romantizmini, gerçekçiliğini, insanlara ilgisini, etrafını anlamlandıramayışını ve içsel yolculuğuna tanık olmayı sevdim. Ve tam şuralarda kendisine eşlik ettim:

“Bana bir şey sorma. Bunları gördüm ben
Ne kadar tutunacak yol aradılarsa,
Hep kendi boşluklarına vardılar.
İnsanlardan yoksun havada, dehlizlerin hüznü var
ve gözlerimde giyinmiş yaratıklar. Soyulmamış!”
Kitap, Mezopotamya bölgesinin zengin tarihini ve kültürünü ele alan bir eserdir. Radner, bu kitabında tarih öncesi dönemlerden başlayarak Sümerler, Akkadlar, Babilliler ve Asurlular gibi önemli medeniyetlerin gelişimini kronolojik bir şekilde inceliyor. Kitabın ana teması, Mezopotamya'nın coğrafi ve iklimsel özelliklerinin bu bölgedeki toplumların gelişimini nasıl şekillendirdiği üzerine kurulu.

Radner, Sümerler'in şehir devletlerinin kuruluşundan yazının icadına; Akkad İmparatorluğu'nun yükselişinden Babilliler ve Hammurabi Kanunları'na; Asur İmparatorluğu'nun askeri başarılarına kadar pek çok önemli konuyu ele alıyor.

Karen Radner, kitabında arkeolojik buluntular, antik metinler ve modern bilimsel araştırmalar gibi çeşitli kaynaklardan yararlanan bir anlatım yöntemi seçmiş. Anlaşılır ve akıcı bir metin olmasına rağmen kitabın ancak bir giriş mahiyetinde değerlendirilebileceği kanaatindeyim. Kitabın bazı bölümlerinin fazla detaylı ve teknik olduğu söylenebilir. Bölgesel ve kronolojik olarak geniş bir alanı kapsadığı için bazı konuların fazla yüzeysel geçildiği de ifade edilebilir.

Açıkçası, bir kronolojik akış şeması ile coğrafi özellikleri ifade eden haritaların olması çalışmayı daha anlaşılır kılacaktır...

Sonuç olarak, Karen Radner'in "Mezopotamya: Dicle ve Fırat Nehirlerinin Kıyısındaki Erken Yüksek Kültürler" kitabı, Mezopotamya'nın zengin tarihini ve kültürünü anlamak isteyen herkes için giriş mahiyetinde yeterli bir kaynaktır. Medeniyetin beşiği denilen coğrafyada şehir devletlerini ve imparatorluk/krallıklara geçişi, dini pratikleri, din ile devlet birlikteliği ve ayrımlarını görmek için okunması faydalıdır. Belki coğrafi etkiden, belki kültürel mirastan, belki genetik aktarımından, sosyolojik ve devlet anlamında birçok şeyin kaynağını veya günümüze geçmişin etkilerinin görülmesi mümkün.

Kitapta sosyal hayat ve yaşam tarzına ilişkin bilgilerin daha detaylı yer alması bence iyi olurdu diye düşünüyorum. Ancak olumlu yönden bakarsak da bu alanda okumalar yapmak için beni motive ettiğini söyleyebilirim.

Keyifli okumalar.
18.06.2024

kısa, öz, rahat ve öncü. ilk tiyatro eseri olduğu için elbette beklentiyi fazla tumayacak ve hak ettiği değeri vereceğim. okunmalı, zaten iyi bir okuyucu için 15 dakikayı geçmez okuma süresi