E-Dergi

İşin gerçeği, konu bilinen bir konu... Yazarın, bilinen bir konuyu destanlaştırma çabası içinde edebi kelimeleri kullanma kaygısı, içinden çıkılamaz bir hal alıp sıkıyor. Gecenin bir vakti uyku tutmadıysa ve kitabın nereden geldiğini bilmiyorsanız, okuyun derim. Çünkü Nazan Bekiroğlu, öznel akıcılığını ve edebi uslubunu aktarayım derken,doğallığı abartıyla karıştırmış.

Eminim ki Amin Maalouf bu kitabı yazarken çok ince eleyip sık dokumak için zaman harcamıştır. Belki de bu yüzden, okurken zaman zaman kopmalar olabiliyor. Kültürleri, farklı olabilecekleri en iyi ayrımları vererek dile getirmesi yanında, kadının malum zamandaki yeri ve önemini! okurken irkiliyorsunuz. Fiziksel ihtiyaçların o dönemdeki zorluğunu anlatırken, tesadüfler ve birbirine benzemeyen kültürlerin içinde yoğrulan güzel bir roman.

Doktor olma yolunda ilerleyen genç bir üniversitelinin yabancılaşması, hayalleri ve içine düştüğü buhranların kurgusu çok iyi. Özellikle yine doktor olan akrabası ile diyalogları kitabın içeriğine bambaşka bir boyut kazandırıyor. Son' u merak ediyorsunuz. Fakat, kanımca son' dan ziyade akıl ve bilime yaklaşımı açısından kayda değer. Neden bilmem, kitap bittiğinde "sevgi bir alışkanlıktır" diye düşündüğümü söyleyebilirim. Elbette bu öznel bir bakış açısıdır fakat kitabı okumak isteyenlere "dikkat!" demek istiyorum yine de...

17 Ağustos depreminin etkilerini ve sonuçlarını, araştırma ve deneyimleriyle destekleyerek anlatıyor Yaşar Nuri. Kimi zaman hüzünleniyor, kimi zaman tespitlerindeki haklılığı onaylıyorsunuz. Fakat bazı noktalarda yazarın politika yapması, içinde bu kelimeyi barındıramayacak din ile tezat oluşturuyor. Hımm diyor ve vakit geçirirken, kuşkulanıyorsunuz.

Bir solukta bitiyor. Dostoyevski klasını iyice anladığımız bu kitapta, Goladkin oluyor, onun düştüğü tüm durumlara düşüyor ve merakla sonunda ne olcağını düşleyerek hayran kalıyorsunuz. Betimlemeleri ve kurgusuyla hak ettiği yerde...