E-Dergi

Kitapta, toplumsal yaşamın her alanında, sürekli olarak karşımıza çıkan bir olgu olarak gösterilen devlet olgusunun gerçekte ne olduğu üzerinde duruluyor. Devletin toplumun tümüne hizmet eden bir aygıt mı yoksa egemen sınıfın baskı aracı, toplumu haraca kesen, asalak bir örgüt mü olduğu sorularına cevap bulmaya çalışılıyor. Marksist kuramın temel araçlarının, yorumlanarak kullanıldığı kitapta, çözümlemeler ister soyut ya da somut düzeyde olsun, devleti, içinde yer alan toplumsal gerçeklikle birlikte incelemeye özen gösteriyor. Altı bölümden oluşan 'Devlet Nedir?', geçmişte kaldığı öne sürülen Marksist kuramın, günümüzde de nasıl vazgeçilmez bir düşünce aracı halini aldığı ortaya konuluyor. Okunulmasi gereken bir kitap

kitabın bir kişisel gelişim kitabı olduğunu anladığımda okumaktan vazgeçtim. Sonra bir kez daha başladım, sonra gene bıraktım. Vazgeçiş nedenim belliydi: Bunları zaten biliyorum ve ben de söylerdim. Kitabı okumaya gerek olmadığını düşünüyordum. Çünkü kitap klasik sözleri tekrarlıyordu : Hayatta istediğini başarırısın, yeter ki adım atma cesaretinizi kaybetmeyin, kabuğunuzu kırın, hayata adım atın, keşfedin,hayat fark etmediğiniz yerlerde saklı vs vs. İşte koskoca kitap bu ve benzeri cümlelerden kurulu.

"Burası size layık değil. Burası Allahın sadece unuttuğu değil aynı zamanda ilelebet defterden sildiği bir yer. Kimsenin gelip sizi rahatsız edemeyeceği bir yer istiyorsanız ben size bulurum, hatta buldum bile, dün gece bunu düşündüm. Her şey hazır. Ben de hazırım. Size ben bakarım. Ben bakacağım. Hiç kimsenin sizi, bizi, rahatsız etmemesini sağlayacağım. Ben de rahatsız etmeyeceğim sizi... Madem öleceksiniz, adam gibi öleceksiniz. Bunu sağlayacağım." Daha önce 'Çocuk Ölümü Şarkıları' ve 'Melekler Erkek Olur' isimli kitaplarıyla tanınan Hamdi Koç üçüncü romanı 'Çiçeklerin Tanrısı'yla yeniden okuyucu karşısında. 'Çiçeklerin Tanrısı', bir hastalık nedeniyle ağır ağır ölüme giden '"yaşayan en güzel kadınlardan daha güzel bir kadın" olan Aygen ile hayatla bağları gevşek iken bu kadınla tanıştıktan sonra, onu yaşatmaya kendini adayan Nadir'in alışılmamış, tuhaf ve tutkulu ilişkileri anlatılıyor.

McCourt baş bölümlerde okuldaki ders işleyişinden çok kendi hayatını dile getirmiş yine, yaşadıkları şeyler ve geçmişi… Satırlardaki, özellikle diyaloglardaki esprileri yine çok iyi. Çok fazla edebi bir özellik taşımasa da rahat bir ortamda ve ruh haliyle yazıldığı belli oluyor kitabın. İstediği gibi hareket ediyor McCourt çünkü derdi sadece hikayesini doğru bir şekilde aktarmak. Bunu da gayet iyi yapıyor, insanı hiç de sıkmıyor. Üstelik gene bir şiirle kitabını süslendiriyor.

Afganistan üzerine yazılmış, Afgan kültürünü,düşünce yapısını okuyucuya yansıtan bir roman.Kitaptaki ana temalar; mutlak itaat, karşılıksız sevgi, erkek egemenliği ve gücü, yalan, yaşamın devamlılığı... Romanda bunlar içten içe bize hatırlatılıyor.Afganistan'ın Rus işgalinin ertesinde Taliban rejiminin baskısı altına girmesi ve şeriatın bağnazca uygulanışı, taşlayarak öldürme törenleri tüyler ürpertici. Bilgisizlik, kabagüç ve kinlerin egemen olduğu rejimlerin dehşetini açıkça gözler önüne seriyor. Günümüz Türkiye'sinde herbirimizin okuması gereken bir kitap.