Toplam yorum: 3.253.599
Bu ayki yorum: 5.625

E-Dergi

Hüseyin Derya Keçici

Kitaplar insanlığa daima ışık olmuştur. karanlıktan çıkmanın en doğru yolu okumak ve iyi donanmaktır. Her yeni bir kitap,yeni bir hayat demektir. Toplumda saygı görmek ve ahlaki gelişim sağlamak kitap okumakla başlar. Kitaplar hayatımızın rehberidir. Onlar en yakın dostlarımızdır. Onları sevin.

Hüseyin Derya Keçici Tarafından Yapılan Yorumlar

Modern Amerikan Edebiyatı'nın en önemli klasiklerinden biri olan "Bülbülü Öldürmek", yayımlandığı yıldan bu yana en çok okunan kitaplar arasında. 1960 yılında ilk baskısını gören kitap, 1 yıl sonra Pulitzer Ödülü' nü kucaklayarak ününün tesadüf olmayışını kanıtlıyor.

Konusu, kurgusu ve karakterleri ile dikkat çeken kitap, ayrıca yazarının kullandığı yalın ve gayet anlaşılır dili ile de her kitleye hitap edebiliyor.

Kitabın satırlarını henüz ergenliğe dahi adım atmamış Scout Finch'in ağzından okuyoruz. Avukat babası Atticus ve kendisinden çok da büyük olmayan ağabeyi Jem ile yaşayan Scout, henüz küçük yaştayken annesini kaybediyor. Babası tekrar evlenmeyince siyahi bir bakıcı olan Calpurnia'nın elinde büyüyor. Hayal dünyası öylesine geniş ve zekası öylesine güçlü ki, Scout nahifliği ile okurun kalbinde taht kuruyor adeta

Kitabın geçtiği yıllar 1930'lar... Ve elbette o dönem Amerika'sının yoğun gündemi : Irkçılık!

Beyazlar ve siyahlar iki ayrı rengin temsilcileri... Siyahın sınırları daha keskin beyaza göre... Siyah ezilen, hor görülen, aşağılanan ve daima altta kalan kesim oluyor. Beyazla olan mücadelesinde haklı dahi olsa kaybeden taraf. İşte böyle bir dönemde, avukat Atticus Finch bir siyahinin davasını üstleniyor. Tecavüz ve yaralama ile suçlanan biz siyahiyi "aklamak" için mahkeme salonunda tek başına savaşıyor...

Kitap uzun soluklu bir yolculuk gibi... Önce çocukların neşeli dünyasına dalıyor. Bir müddet orada eğlendiriyor. Hemen ardından da asıl değinmek istediği noktaya temas edip, okurunu mahkeme salonunda bir koltuğa oturtup seyirci yapıyor... Ve bu koltukta iken kırılmayan önyargıları, benmerkezciliği, sürü psikolojisini gözler önüne seriyor...

Irkçılık temasını merkezine oturtan kitap, aile ilişkilerini de bünyesinden ayırmıyor ve duru bir güzellikle kendini noktalıyor.
"Kuru Kız" toplum tarafından ötekileştirilmiş bir kadını mercek altına alırken, toplumsal konuları da hikayesiyle harmanlıyor. Romanın ana karakteri isimsiz. Uzun yıllardır yaşadığı mahallesindeki insanlar, görüntüsü sebebiyle ona "Kuru Kız" diyor.

Erken yaşta hayatın yüklerini omuzlamak zorunda kalan karakter kaybedecek bir şeyi kalmadıktan sonra "Dünyanın Sonuna" gitmeye karar veriyor. Usuaia adıyla bilinen bu bölge buzullara en yakın yer ve dünyanın en uç kısmı.

Kitabın açılışı, karakterin Usuaia'ya gitmesiyle başlıyor. Ve hemen sonra, senelerce öncesine akıyor sayfalar ve Kuru Kız'ın çocukluk, ergenlik, gençlik ve olgunluk dönemlerinde yaşadıklarına tanıklık ediliyor. Henüz 10 yaşındayken annesini hastalıktan kaybeden Kuru Kız, bir kaza sonrası tekerli sandalyede yaşayan babası ve hırçın erkek kardeşi ile baş etmek zorunda kalıyor. Mahalle sakinlerinin baskıcı yapısı da cabası. Kabuğuna çekilen Kuru Kız asla sorgulayıcı bir tavra bürünmüyor.. Akıllı telefonla tanışması ve her şeyi merak eden bir yapıda olması onun gerçek kimliğini bulmasına sebep oluyor. Araştırıyor, izliyor ve edindiği bilgileri hayatına adapte ediyor. Mahalle sakinlerinin "aklı kıt" bir kız olarak bellediği Kuru Kız hiç de öyle olmadığını da kıvrak zekasıyla gösteriyor. 40 yaşında, hayatının baharında her şeyi ardında bırakıp Dünya'nın sonuna varınca, burada kendini buluyor.

Yazar Ayfer Tunç'un sade bir dille kaleme aldığı çağdaş edebiyat romanı "Kuru Kız", sayfaların hızla aktığı bir sürükleyicilikte, bir çırpıda bitirilesi bir formda yazılmış.

Toplumsal değerler, tecavüz, ensestlik, yoksulluk, mahalle insanları, dayak yiyen ama mutlu görünen kadınlar kitabın merkezindeki konular.
"Üç Köşeli Dünya", şehir hayatından uzaklaşan bir "sanat" erbabının kendini arama yolculuğunu anlatan; şiirsel bir havası olan; felsefi derinliğe sahip bir eser. Dili oldukça sade, fakat betimlemeleri fazlasıyla kuvvetli olduğundan hazmı zor bir kitap. Sanatsal yönü ağır basan kitapta yazar karakterine bir isim vermediğinden ana karakteri okuruyla benzeştirme amacı güdüyor. Dolayısıyla zaman zaman duygu geçişlerini okuruna hissettiriyor.

Kitap, Japonya'nın modernleşmeye geçtiği aşamada kaleme alınmış. Dolayısıyla, Doğu ve Batı arasında bir sentezleme olduğu yazarın satır aralarında göze çarpıyor.

Vurucu giriş cümlesiyle gönülleri fethetmeyi başaran yazar, sayfalarının büyük çoğunluğunda "sanatçı" özelliğini ortaya dökecek cümleleri kullanmaktan geri kalmıyor ve böylece sanat ve sanatçının hakkını da teslim ediyor.

"Üç Köşeli Dünya", isimsiz bir ana karaktere sahip. Ressam olan bu karakter huzuru bulmak ve güzel bir resim yapabilmek adına şehrin keşmekeşliğinden çıkıp doğanın kollarına bırakıyor kendini ve bir dağ başındaki kaplıcaya gitmeye karar veriyor. Yol üzerindeki bir çayhanede soluklanırken dinlediği bir hikayenin etkisi altına giriyor ve kaplıcaya ulaştığında bu hikayeyi irdelemeye başlıyor. Kaplıca'da gördüğü Nami adlı kadının tuhaf etkisi altında kalınca arzuladığı resmi tuvaline dökemiyor. Bir türlü gelmeyen ilham sona yaklaştığı bir anda ummadık bir köşeden çıkıveriyor...

"Üç köşeli dünya", sanatı ve sanatçıyı gözeten bir eser. Her sayfası buram buram incelik kokuyor.


Dünya edebiyatının en iyi eserlerinden biri hiç kuşkusuz; yazarına Nobel Ödülü kazandıracak kadar kıymetli olan "Yüzyıllık Yalnızlık"tır. Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez, bu kitabında büyülü gerçeklik akımından besleniyor. Yani garip, sıradışı, rüya gibi durumları sanki gerçeğin ta kendisiymiş gibi bir masal tadında anlatıyor. Ve bunu yaparken de nesilden nesile 100 yıl soy aktarımı yapan, Macondo bölgesinin kurucusu "Buendia" ailesiyle tanıştırıyor okuyucusunu. İlk Buendia olan José Arcadio amcasının kızı Ursula ile evleniyor. Ve 7 nesillik 100 yıllık hikayenin fitili de ateşleniyor. Macondo bilinen tüm kasabalardan oldukça farklı bir yapıda. Burada yaşayanlar, burada yaşananlar oldukça fantastik. "çamaşır asarken göğe yükselen güzel kız Remedios", "toprak yiyen kız çocuğu Rebecca", "ölüm gününü bilip kefenini hazırlayan Amaranta" başta olmak üzere; büyücüler, efsunlu çingeneler, uykusuzluk ve unutkanlık hastası insanlar kasabanın fantastik figürleri.

Yazar, Buendiaların yaşadığı hayatlar üzerinden çeşitli konulara dem vurmayı ihmal etmiyor. Latin Amerika'nın demografik, sosyolojik ve siyasi hayatına da göndermeler yapıyor. Özellikle muz şirketlerinin kasaba halkını nasıl sömürdüğünü, işçilerin haklarını nasıl gasp ettiğini ve gerektiğinde acımasızca grev yapanları nasıl öldürdüğünü görmek "Muz Cumhuriyeti" tabirini de güzel özetlemiş oluyor.

Kısacası Yüzyıllık Yalnızlık, Latin Amerika kimliğinin güçlü bir alegorisini çizerken, masalsı bir rehavetle ve şiirsel bir havayla hareket ediyor. İktidarı, liderliği, gücü, ensestliği, şiddet içerikli olayları da merkezinden ayırmıyor...

Ucu bucağı olmayan okyanusun engin maviliğinde günlerce süren zorlu bir yolculuk.. Hastalık, açlık, susuzluk ve nicesi de cabası. Keşfetmek ve kazanmak için ölümü göze alanların; bağrına taş basıp içinde közlenen aşkı unutmak isteyenlerin; yitirdiği ailesinden geriye kalanları bulmanın peşinde olanların yolculuğu.. Bu yolculuk, suların üstünde ve göklerin altında olanların hikayesi..

Yıl 1492.. İstanbul'da başlıyor hikaye. Eski kaptan İsa Efendi, gözünden sakındığı oğlu "Kalender"i engin maviliklere teslim ediyor. Kırım'a giden bir geminin tayfası oluveriyor Kalender. Ancak çok da uzun sürmeyen ilk yolculuğunda efsunlu bir aşkın göbeğinde buluveriyor kendini. Köle cariyelerden Ustinya'ya kaptırıyor gönlünü. Ne illet ki! Her şeyi göze alıyor.. Sonu olmayan bir aşkın zehri kaplıyor yüreğini.. Kurtulmanın tek yolu: uzak diyarlara göç etmek ve unutmak. İspanya'ya, babasının yakın dostu Kaptan Kolomb'un yanına gidiyor. Kolomb ve mürettebatıyla engin maviliğe yelken açıyor. Sevinci, hüznü, dostluğu, iyiliği, riyayı ve kötülüğü tadıyor yolculuk boyunca.. İnsanoğlunun sahip olduğu duyguları tüm çıplaklığıyla tanıma fırsatı buluyor.. Kendini buluyor.. İçindeki "hakikat"i buluyor "Kalender"..

Yazar mitlerle örülü ışıltılı hikayesini efsunlu kelimeleri ile yoğuruyor ve masalsı bir dünyanın kapılarını aralayıp umudun kucağına bırakıyor okurunu.. Eski Türkçe kelimelere başvurup ahenkli bir dil oluşturuyor ve sanki bir filmin içindeymişcesine, farklı şehirlerin sokaklarını adımlatıyor. Kitabın tasvirleri çok canlı, üslubu ise haza beyefendice..