Toplam yorum: 3.253.600
Bu ayki yorum: 5.625
E-Dergi
solskjaer Tarafından Yapılan Yorumlar
Haroldo Conti’nin *Nehirde* adlı romanı, yalnızlık, hayatın geçiciliği ve doğayla uyum içinde var olma temasını derinlemesine işliyor. Boga’nın, İhtiyar’ın ölümünün ardından yalnız başına nehre açılması, içsel keşif ve yaşamın anlamı üzerine bir yolculuğa dönüşüyor. Paraná Deltası’nda geçen bu sade ama güçlü hikâye, doğa ile insan arasındaki bağa dair derin bir bakış sunuyor. Conti, tıpkı bir nehir gibi, hayatın akışını anlatırken, nehir gibi her şeyin birbirine bağlı olduğunu vurguluyor.
Patricio Rago’nun *Nadir Kopyalar*ı, Buenos Aires’teki bir sahaf dükkanında hayat bulan renkli ve ilginç karakterlerin hikayelerini sunuyor. Kitap, sahaflıkla okurluk arasındaki geçişi, kitap delilerinin tuhaf dünyasını mizahi bir dille anlatıyor. Rago, sahaflar, kleptoman okurlar, ölü evlerinden çıkan kitaplarla karşımıza çıkarken, bu dünyayı hem eğlenceli hem de derin bir saygı ile tasvir ediyor. Hem okumanın keyfini çıkaran hem de hayal kırıklıklarıyla dolu bir okuma deneyimi!
Yuri Krimov’un *Mühendis* adlı öyküsü, Sovyet bürokrasisinin karanlık yanlarını cesurca eleştiriyor. Sosyalist gerçekçiliğin normlarına uymayan, özgün ve sert bir bakış açısı sunan Krimov, üst düzey yöneticilerin ve mühendislerin boş gösterişini, ideolojik çelişkilerini anlatıyor. Aşk, düşünceler ve alegorilerle bezeli bu eser, estetikten ödün vermeden Stalin dönemi sosyalizmindeki aksaklıkları gözler önüne seriyor. Sarsıcı bir okuma, hem edebi hem de politik derinlik taşıyor.
Ferdia Lennon’ın *Muhteşem Zaferler*ı, savaş esirlerinin ve sanatın iç içe geçtiği incelikli bir hikâye sunuyor. Sicilya’daki bir taş ocağında, iki çömlekçinin Medea prodüksiyonunu sahnelemeye karar vermesiyle başlayan bu roman, insan ruhunun en derin çelişkilerini keşfederken hem hüzünlü hem de komik anlar barındırıyor. Dostluk, sanat ve özgürlük üzerine düşündüren, sarsıcı ama aynı zamanda iyileştirici bir eser. Hem trajik hem de umut verici bir okuma deneyimi!
Juan Jose Saer’ın *Muhteşem Limon Ağacı*, acı ve kayıplarla baş başa kalan bir adamın içsel yolculuğunu anlatıyor. Wenceslao’nun kaybettiği oğlunun ve acıyı yaşayan karısının boş sandalyeleriyle yüzleşmesi, tüm yaşamının dönüm noktası olur. Saer, kaybın izleriyle var olma mücadelesini derinlemesine işlerken, zaman ve gerçeklik arasında gidip gelen bir anlatım sunuyor. Yavaş ilerleyen ama etkileyici bir dram. Acı, gerçekliğin ötesinde bir yere taşınıyor.