Siyasete özgü olan şey yarattığı kopuştur; halkın ihtilaflı “özgürlüğü” olarak ortaya çıktığı vakit eşitliğin yarattığı etkidir... Siyaset, paydan yoksun bir paydanın kayda geçmesi sonucu toplumun pay ve paydalarının hesabının altüst edildiği yerde varolur. Herhangi bir kimsenin herhangi bir başkasıyla olan eşitliği, halkın özgürlüğünde kayda geçtiği zaman siyaset başlar.
Demokrasinin biçimleri, üç ilkeye dayanan bu düzeneğin tezahür biçimlerinden başka birşey değildir. Halkın görünür olabileceği belli bir alan varsa, demokrasi vardır. Ne devlet düzeneğine ne de toplumun kesimlerinden herhangi birine ait olan siyasi aktörler her nerede mevcutsa, Devleti ya da toplumu oluşturan kesimlerle özdeşleşimi altüst edecek topluluklar her nerede mevcutsa, işte orada demokrasi vardır. Son olarak, nerede kendiyle özdeş olmayan bir aktör tarafından halkın belirdiği sahnede ortaya konan bir ihtilaf mevcutsa, orada demokrasi vardır.
Demokrasinin biçimleri, bu görünüşün ortaya çıkış biçimidir; kimlik temelli olmayan bu özneleşmenin ve bu ihtilafın ortaya konuş biçimleridir... Bireyleri demokrasiye yatkın kılan şey onların ethos’u veya “varoluş tarzı” değil, fakat bu ethos’tan kopuş, konuşan bir varlık olma yetisi ile yapıp-etme, varolma ve söyleme arasındaki her tür “etik” uyum arasında deneyimlenen bir gediktir.
Jacques Ranciere