Yansıtmacı – gerçekçi Türk öykücülüğü, Cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte resmî devlet ideolojisinin tarafı ve sesi olarak geniş halk kitlelerinin öğretmenliğine soyunur. Özellikle taşrayı konu edinen öykülerdeki bu didaktik tavır, öğreticiliğin bir adım daha ötesine geçerek toplumu biçimlendirme, istendik davranış modelini okuyucuya/topluma sunma misyonunu da yüklenir. Yansıtmacı-gerçekçi Türk öyküsü, ellili yıllardan itibaren yazı hayatında kendini göstermeye başlayan, özellikle 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesiyle de önü açılan köy enstitülü yazarlarla birlikte toplumcu - gerçekçi bir kimliği de bünyesine ekleyerek evrimine devam eder. Yansıtmacı – gerçekçilikten toplumcu – gerçekçiliğe (sosyalist realizme) geçişte içeriği öyküleştirme tekniği değişmemekle birlikte; metnin derin yapısında yer alan ‘ileti’nin okura sunuluşundaki tavır, politik bir duruşun açık bir ifadesine dönüşür. Dolayısıyla edebî metin, tahkiye yoluyla -Yaşar Kemal’in Sarı Sıcak’ında, Orhan Kemal’in Uyku’sunda, Sabahattin Ali’nin Kamyon’unda olduğu gibi- okuru ‘bilinçlendirme’, mensubu olduğu sınıfın farkına vardırma gibi işlevler üstlenir. Çiğdemleri Solan Bozkır, estetik altyapısı ‘yansıtma’ya dayanan bu gerçekçi damarda ayrıksı, apolitik bir öykü olarak karşımıza çıkmaktadır.