Toplam yorum: 3.082.620
Bu ayki yorum: 2.300

E-Dergi

KY-61994 Tarafından Yapılan Yorumlar

27.04.2004

Göçebelikten yerleşik hayata geçen insanoğlu eski günlerini özlemektedir aslında: Alıp başını gitme, kendini, bilmediği, görmediği diyarlara vurma ihtiyacı içindedir. Kimisi bu özleme cevap verir, kimisi de oturur yerinde.

Müfettişler, iş adamları, bilumum kamyon ve otobüs şoförleri gönüllerinin sesini dinleyip de yollara düşenler kategorisinde zikredilemez; ancak göçebeliğe bir tarafından bulaştıkları da bir gerçek.

Neden gezeriz? Yaş ortalaması yetmişi bulan bir otobüs dolusu turistle karşılaştığınızda bu soru üşüşür mü başınıza? Hapsolduğumuz, daraldığımız, sıradanlaşan dünyamızdan kaçmak mıdır derdimiz bilinmez. Herkesin geziden murat ettiği, umduğu farklı olabilir elbette; ancak görülen o ki yerinde durmaktan rahatsız olan, atalarının sesine kulak veren kişilerin sayısında artış var son yıllarda.

Gezip tozan, duyulmadık, görülmedik coğrafyaların tozunu attıran, bir de bunu bir güzelce anlatan insan, sırf bu özellikleri nedeniyle kıskançlığınızı ve dahi nefretinizi hak etmiş bir kişidir. Tıpkı Mehmet Yaşin gibi. Çok satan bir gazetede her hafta yarım sayfa gezi yazısı yazan ve bunu yıllarca sürdüren kaç kişi var? Her ne kadar fotoğraf makinasız, not deftersiz bir gezme özlemi ile yanıp tutuştuğunu itiraf etmiş olsa da, gezi ‘işi’ni istikrara kavuşturmuş, hatta ‘misyon’ üstlenmiş bir kişidir o. Yazılarını okuduğunuzda, zaman zaman farklı frekanslarda olduğunuzu görecek, businis class gezinin nasıl olabileceği konusunda geniş görgü sahibi olduğunuzu düşüneceksiniz ancak yeni yerler keşfetme azminde olan bir insanla karşı karşıya olduğunuz gerçeğini inkar edemeyeceksiniz. Uzak diyarlara açılma arzusu kamçılanacak, gezgin olmanın ayrıcalığını tatmak isteyeceksiniz.
15.04.2004

Avrupa’nın beş büyük ülkesinden beş önemli yayınevinin ortaklaşa hazırladığı Avrupa’yı Kurmak dizisinin tamamı özenli bir çalışmayla Türkçeye kazandırılıyor. Başlıktaki ifadeyi, birazdan göz atacağımız ‘Avrupa ve İslam’ adlı kitabın çıktığı ‘Avrupa’yı Kurmak’ serisinde, herhangi bir Türk yazarına yer verilmediğini ifade için kullandığımızı öncelikle belirtelim.

Yoksa AB—Türkiye ilişkilerinin en çok umut verdiği şu dönemde, birçoğumuz bu ifadeyi duymak istemezdik. Floransa Üniversitesi’nin tanınmış Ortaçağ tarihi profesörlerinden Franco Cardini’nin yazdığı kitap, Avrupa’nın saygın Fransız tarihçilerinden 1924 doğumlu Jaques Le Goff’un editörlüğünü yaptığı ve ciddi yayın anlayışları ile tanınan beş yayınevinin ortak projesi olan ‘Avrupa’yı Kurmak’ serisinde yer alıyor. Prof. Cardini, kitabında Avrupa’nın ve İslamın Ortaçağ’dan bu yana birbirlerini hep ‘ön yargılarla’ tanıdığına işaret ediyor. Kitabın adında, bir kıta ile bir dinin kıyaslanmasına açıklama getiren Cardini bu karşılaştırmadaki ‘asimetri’nin bir reddedişten değil, tersine, İslamı ‘kabulleniş’ten, İslamın Avrupa’nın oluşumuna katkıda bulunan öğelerden biri olduğu gerçeğini ‘teslim etmek’ten kaynaklandığını ifade ediyor. Kitap, bize bir yandan da Avrupa’nın İslam yüzünden Hıristiyanlaşmadığını, tersine Hıristiyanlığın Avrupalılaştığını ve nihayetinde de dünyevileştiğini gösteriyor. Ancak diğer yandan da Avrupa’nın ‘kendilik’ bilincini genelde İslam, özelde de Türk korkusu ‘sayesinde’ kazandığının ipuçlarını veriyor. Avrupa’nın İslamı ‘tek bir kıta’ zannetmesindeki temel yanılgısını deşifre eden İtalyan tarihçi, böylelikle oluşturulan ‘kötü öteki’nin Avrupa’nın dönüşüm sürecine yaptığı katkıya ayna tutuyor. İslamın ‘öteki’ olarak ‘idareyi maslahat’ için kullanıldığına değinen Prof. Cardini, ‘kafirler’in (yani Türklerin) daha bilge olduğuna ve Tanrı’nın Katolikleri cezalandırmak için onları ‘ilahi bir ceza’ olarak gönderdiğine inanan Martin Luther’in Türklere karşı savaşmak isteyen Haçlılara onay vermediğini hatırlatıyor.

Tabii bir yandan yanlış anlamaları gidermeye çalışan Franco Cardini, kendi alanı olan tarihin dışına kayıp İslam üzerine konuşmaya başladığında, yaşasaydı Edward Said’in kulaklarını çınlatacak hatalara düşmüyor da değil. Mesela geleneksel İslamın kendisine yabancı olan her şeyi dışladığını ileri süren Cardini, İslam kültürünün Avrupa’daki Yeni Platonculuk ve küflenmeye yüz tutan Aristoculuk’tan beslenen felsefe ve doğa bilimlerini yenilediğini söyleyerek kendisiyle çelişkiye düşüyor. Üstelik bu söylediklerini zaten tartışmalı bir isim olan Yakındoğu uzmanı Bernard Lewis’e dayandırıyor. Bütün bunlar, içindekiler kısmındaki kışkırtıcı bölüm başlıkları bile okuyucuyu cezbeden kitabın okunmaya değer olmadığını göstermiyor. Kitabın çevirisiyle ilgili de birkaç şey söyleyelim. Genelde özenli bir çeviri yapmaya çalışan mütercim, ne yazık ki, metinde ve kaynakçada yer alan kitap isimlerini Türkçeye çevirmemiş.
15.04.2004

Merve Kavakçı olayı, Türkiye’de işleyen hukukun sadece yazılı hukuktan ibaret olmadığını gösterdi. Çünkü, herhangi bir metinde Meclis’te döpiyes giyme mecburiyeti dışında şöyle ya da böyle bir kıyafet giyileceğine dair kural yokken, Merve Kavakçı’nın başörtüsüyle Meclis’e girmesi büyük bir hadise oldu. Kavakçı vatandaşlıktan çıkartılıncaya kadar da sular durulmadı. Fazilet Partisi’nin kapatılmasına kadar giden bir sürecin önemli aktörü Merve Kavakçı, şimdi de yazdığı anılarıyla gündemde.

Milletvekilliği önerisini, 1999 yılında Fazilet Partisi Hanımlar Komisyonu’nda Dış İlişkiler Başkanlığı yaptığı bir sırada Necmettin Erbakan’ın kızı Elif Erbakan vasıtasıyla alır. O günden itibaren seçim döneminde ve sonrasında ilgi odağına oturacaktır. Çünkü adaylığı ile birlikte ilk defa Meclis’e başörtülü bir milletvekilinin girmesi gündeme gelmiştir.

Merve Kavakçı, başından geçenleri anlatıyor. Medyanın üzerinde kurduğu tahakkümü, sadece yabancı basına konuşmayı tercih etmesini ve Fazilet Partisi’nin zor zamanlara yönelik A, B, C planlarının olmayışını, milletvekili seçilme aşamasından yemin törenine uzanan zaman diliminde partisinin tepe yöneticileriyle yaşadığı güven bunalımını ve pek çok olayı anlatıyor. Hüsamettin Özkan’dan gelen yurtdışına kaçma planı bunlardan biri. Bir döneme aktörün kendi ağzından tanıklık etmek için önemli bir kitap. Ancak...

Merve Kavakçı, kendi başından geçenleri yer yer sanki üçüncü kişiden bahsediyormuş gibi anlatıyor. Kendisinin de konuşulacağını tahmin ettiği bir toplantıyla ilgili birine bir şey sorarken ‘Benimle ilgili’ demiyor da “Merve Kavakçı ile ilgili bir şey konuşuldu mu?” diye soruyor. Benin yerini Merve Kavakçı alıyor; ‘ben’ değil bir davanın temsilcisi Merve Kavakçı var artık. “Merve Kavakçı aday olmayı kabul ettiği zaman başı örtülü bir milletvekili olacağını düşünüyordu seçimleri kazanırsa.” Sanki bir tür markadan bahseder gibi. Ağırlıklı olarak insani duygularını yansıtan bir anlatımı değil, özellikle siyasi olaylardan söz ederken Merve Kavakçı fenomenini ele alan bir araştırmacı edasıyla yaklaşmayı tercih ediyor.

Bunun dışında meramını iyi anlatan, bütün hadiseler olup biterken neler düşündüğünü tafsilatıyla veren, hislerinden çok düşünceleri ve yapıp ettikleri üzerinde duran, yer yer karşı tarafa haklı eleştiriler getiren, kolay okunan bir metin ortaya koymuş. Bu yakın geçmişin —kısa dönemli de olsa— önemli figürünü tanımak isteyenlere...
15.04.2004

Kadın: İtaat, şefkat ve estetik... Büyük mücadeleler sonunda ‘özgürlüğünü’ çantasına atmayı başaran ‘modern’ kadın, ekonomik rahatlığını kazandıkça erkeğin yanında daha sağlam adımlar atmaya başlar. Batı’da, sonradan kazanılan hakların tadı çıkarılırken, Doğu’da ise önceden kazanılan hakların bile yerinde yeller estiği görülür. Kadın hâlâ varolma mücadelesini sürdüredursun, dinler tarihi boyunca hep kilit noktalarda varlığını bize hissettiriyor.

İlk kadın Hz. Havva, ilk Müslüman Hz. Hatice, cennet kadınlarından Hz. Meryem, zalim Firavun’un şefkatli eşi Hz. Asiye, sabır ve teslimiyetiyle ünlü Hz. Hacer ve daha niceleri. Hayatın içinde ve hayatla iç içe yaşayan kadınlar. ‘Kadın Oradaydı’ on iki kadın yazarın kaleminden, on iki seçkin kadını günümüz okuyucusuyla buluşturuyor. İlk sıra kainatta yaratılan ilk kadın olan Hz. Havva’nın. Nihal Bengisu Karaca’nın kalemiyle bize anlatılan Havva, kadın doğasının referansı olarak karşımıza çıkıyor. Orijinal bir metin; bilinmek, tanınmak ve sevilmek isteyen ‘ilk sevgili’. Bütün kadınlardan bir parça taşıyan Havva bu nedenle en güzel, en iyi, en akıllı, en bilge ve en politik kadın değil. Tüm bunlara sahip, aynı zamanda genlerine işlediği kızlarının bütün kusurlarını barındıran bir meyve çekirdeği. Yıldız Ramazanoğlu, peygamber annesi olma şerefine erişmiş iki kutlu kadını, Sare ve Hacer’i kendi kaleminden bizlere yansıtmış. Her türlü zorluğa göğüs geren, eşi Hz. İbrahim’e yaşadığı her imtihanda destek olan Hz. Sare’nin yüreği eşini bir cariyeyle paylaşmaya razı olmaz. Belki de bir kadın için en ağır imtihan bu. Yazara göre kadınların en zor imtihanlara katlanabilmeleri hücrelerindeki Sare ve Hacer genlerinden kaynaklanıyor. Belkıs İbrahimhakkıoğlu, kaleme aldığı Hz. Asiye için en sessiz kadın diyor. Çünkü bir zalime eşti. Neler çektiğini bir Allah biliyordu bir de kendisi. Melek Paşalı, hikmete açık bir insan örneği olarak Hz. Belkıs’ı anlatıyor okuyucuya. Olaydan yana yoksul, anlamdan yana zengin bir hikayeyle. Afet Ilgaz kitabın önsözünde, Hz. Meryem’i anlatmanın önce kendisini düşündürdüğünü ve onun kutsal hayatının sırlarını yerinden oynatma korkusu yaşadığını söylüyor. Ancak bir yakınının “Hz. Meryem’i gücendirirsin. Bu ikramı kabul et, sana himmet edilir” sözleri üzerine kaleme sarılmış. Kendi payına Hz. Hatice’yi anlatmak düşen Halime Gökçe, bu kutlu kadını vahyin başlangıcındaki eşsiz yeriyle ve siyasi bir figür olarak ele almış. En kıymetli eş, en kıymetli emanet Hz. Ayşe (İnci Şahin), en özgür cariye Hz. Sümeyye (Hasibe Turan), kınalı ellerinde hem günahını, hem tövbesini taşıyan Hint (Fadime Özkan), kendisi muhtaç olduğu halde ikramdan vazgeçmeyen Hz. Fatıma (Fatma Şengil Süzer), bir peygamber torunu olarak, esir edilen ve sürgüne gönderilen Hz. Zeynep (Cihan Aktaş) ve aşkı için her şeyi feda eden, karşılıksız aşkı için siyah bir intikam elbisesine bürünen Züleyha (Sibel Eraslan); hepsi de sanki yaşadıkları zamanı aşarak bizlere bir şeyler fısıldıyor.
15.04.2004

Ansiklopedi türü çalışmalar genellikle çok ilgi ile karşılanmaz Türkiye’de. Ama araştırmacı—yazar İhsan Işık’ın hazırladığı Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, ideolojik bir ayrım yapılmadığı için olsa gerek oldukça ilgi gören bir çalışma. Çalışmayı daha önce Yazarlar Sözlüğü olarak yayınlayan, kişi sayısının artmasından sonra ansiklopediye dönüştüren ve artık üç cilt olarak bizlerin istifadesine sunan İhsan Işık, bu alanda çok önemli bir boşluğu doldurmuş oluyor.

İhsan Işık’ın, kısmen fotoğraflı olarak hazırladığı Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, kendi alanında bir rekor kırarak tam 5 bin 786 edebiyatçı ve bilim adamının hayatına ve eserlerine yer veriyor. Peki İhsan Işık bu rakama ulaşmayı nasıl başardı? Öyle ya Türkiye’de, İhsan Işık’ın da kitabın önsözünde belirttiği gibi, bu türde hazırlanmış kitap veya ansiklopedilerin içerisindeki kişi sayısı hepi topu bin 200 ile sınırlı kalırdı. Çünkü oluşturulan bu tarz ansiklopediler sadece edebiyatçılardan müteşekkil olurdu. Tarihçi, felsefeci, ilahiyatçı, toplumbilimci, dilbilimci, halkbilimci, siyasetbilimci, sanat tarihçisi, ekonomi tarihçisi, serbest araştırmacılar, gazeteci—yazarlar hep göz ardı edilirdi. Bir diğer önemli nokta, bu tür çalışmaları yapanların kendi ideolojilerine hapsolup, diğerlerini belli çevrenin dışında tutarak yok saymasıydı. Bu yaklaşımlar bugün edebiyat dünyasında hâlâ geçerliliğini koruyor zaten.

İşte Işık, edebiyat öğretmenliği yaptığı dönemde gördüğü bu eksikliklerden duyduğu rahatsızlıktan yola çıkarak 1983 yılında başladı çalışmalarına. 1990 senesinde bin 700 kişiye çıkardığı ve Yazarlar Sözlüğü adını verdiği çalışmayı sürekli genişletti. Bunun için anı, hatırat taramaları yaptı, birçok biyografik bilgiye de ilk elden ulaştı. Böylece, 2 bin 600 civarında biyografi elde etmiş oldu. 2001 yılında, artık ortaya çıkan malzeme bir sözlükten ansiklopediye dönüşmüştü. Bu sefer 3 bin 218 kişi hakkında bilgiler elde etmişti İhsan Işık.

Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi oldukça ilgi gördü ve kısa sürede ikinci baskısını yaptı. İhsan Işık, bir yandan da isimler üzerindeki çalışmalarını sürdürerek, şimdi 5 bin 786 kişiye yer verdiği Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi’ni üç cilt haline getirdi. Elvan Yayınları tarafından basılan çalışma ile İhsan Işık, araştırmacılara önemli bir kaynak eser ortaya çıkarmış oldu.

1952 Diyarbakır doğumlu olan yazar İhsan Işık, önce bir boşluğu doldurmak üzere yapmaya başladığı bu işle gelecek kuşaklara da yardımcı olacak Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi’ni genişletmeye devam edecek anlaşılan.