Toplam yorum: 3.081.289
Bu ayki yorum: 967

E-Dergi

kha6 Tarafından Yapılan Yorumlar

24.04.2007

İnci Aral'ın "Ağda Zamanı" ile yola çıkmasının üzerinden tam otuz yıl geçti. Sonra "Kıran Resimleri", "Uykusuzlar", "Sevginin Eşsiz Kışı" derken seksenli yıllarda hep öyküyle var oldu, Aral. Doksanlı yıllardaysa hep romanlarla. Ödüllerinin arasına Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü de katan "Gölgede Kırk Derece"den yedi yıl sonra “Safran Sarı” ile karşımızda, yazar. Anlama bir şey katmayan, bir anlam bildirmeyen ama roman için gösterişli bir dili var Aral'ın. Gösterişli ama akmıyor. İletişim fakültelerinde okuyan son sınıf öğrencilerinin yazdığı senaryolar gibi betimlemelere, görsel detaylara boğuluyor kimi yerlerde. Yaşar Kemal'in onsayfalarca anlattığı Çukurova'yı, sarı sıcağı okumaya doyamayız ama Aral'ın üslubu ne yazık ki anlatımıyla bazı kısımlarda okuyucunun iştahını kesiyor. “Safran Sarı”nın öykü değil de roman olduğunu öğrenince, ihanete uğramış gibi hissettim kendimi. Özenli, somut karakterler, başarılı öykü evrenleri kurduğu “Ağda Zamanı”, “Kıran Resimleri” gibi çok nitelikli öykü kitaplarından tanıdığımız İnci Aral’ın her yeni romanı çıktığında aynı hisle donanıyorum. Ama “Safran Sarı”da durum farklı! Safran Sarı, romandan ziyade; öyküler cümbüşü, öyküler kesişmesi gibi aslında. Ayrıca Aral’ın edebi kariyerinde yeni bir yol ayrımında olduğunun göstergesi: Genç yaşta yükselmiş bir yatırım uzmanı, eski eser kaçakçısı bir kadın ve üniversite mezunu bir telekızın öyküleri “Safran Sarı”da kesişiyor. Son olarak “Ruhumu Öpmeyi Unuttun” adlı öykü kitabıyla kitabevlerindeki yerini alan Aral, bu kez “Safran Sarı” ile “Türk Edebiyatında ben de varım!” diyor…

23.04.2007

Kocakafa Sait’i, Makara Hasan’ı, Hidayet’i özlemişim. Üçünün annesi de işçi, üçü de babasız; beş, altı, yedi yaşında bu üç kafadarın ortak paydalarından biri de Sütlüce’den bıkmış olmaları. En son ortaokuldaki Türkçe kitabımda bıraktığım “Üç Arkadaş”la yıllar sonra yeniden karşılaşıyorum. Senelerdir görmediğiniz eski bir dostunuzun aniden karşınıza çıkıvermesinde olduğu gibi heyecanlanıyorum. Epsilon Yayınevi, Orhan Kemal’in öykü ve romanlarını yeniden yayımlamaya devam ediyor. 1958 Sait Faik Hikâye Ödüllü “Kardeş Payı”nı sundular bu kez okurlara. On yedi kısa öyküden oluşan “Kardeş Payı”, kitaba ismini veren, hamalların dünyasında gezindiğimiz öyküyle açılıyor. Ekmek parası peşindeki hamalların en aptalı Siverekli, nefes nefese girer kahveye. Kahvede oturan hamalbaşından depoda yadırgı hamallara iş başı yaptırmalarının hesabını sorar. Oysa tonu iki buçuk liradan pazarlık edilmiş, ertesi gün iş başı yapılacak. Var mı böyle oyun bozmak!... Karınlarını doyurmaya çabalayan hamalları anlatarak başlayan kitap, dünya kadar eşya yüklü kocaman bir kamyonun seyrüseferiyle sürüyor. İri burunlu kamyon sahibiyle yirmi beşlik şoför, kel dağlar arasında yol alıyorlar. Eczane kızları, gece gizlice mutfağa sızmaya çalışan büyükbabalar, kırmızı mantolu kadınlar, kenar mahallenin birbirlerini çekemeyen dedikoducu hanımları… Velhasıl, küçük insanlar ve işçileri anlatıyor yine, Orhan Kemal. İçerden yani mahpustan öyküler de var ayrıca. Kızına toz kondurmayan Fehime Hanım’ın kızını anlattığı “Çirkin”, kitabın öne çıkan bir başka öyküsü. Her genç kız gibi her sabah ayna karşısında uzun uzadıya boyanan kıza sokaktaki delikanlılar “yoğurtlu patlıcan” benzetmesini yapıyorlarsa, o kızın halet-i ruhiyesi nasıl olur tahmin edebiliyor musunuz? Birçok yazarın karşı cinsi kendi cinsi kadar başarıyla anlatamamasına inat Orhan Kemal’in ustalığı bu noktada da belli ediyor kendini. Siverekli hamalı anlatırkenki yetkinliği, bakkalın sarı saçlı, mavi gözlü karısını anlatırken hiç eksilmiyor.



Orhan Kemal’in başarısı sokak dilini metinlerine sırıtmadan yedirebilmesi, hiçbir zaman ağdalı olmayan, sade, akıcı üslubunda. Bu öykü kitabında pek seçemeyeceğiniz (esasında “Kırmızı Mantolu Kadın”da biraz var), özellikle “El Kızı” romanında okuru etkileyen keskin kurgusunda. Etten, kemikten karakterlerinde. Sık sık kurduğu kısa cümleleri, edebiyatseverleri öykülerinin içine çeken tasvirlerinde. Ölümünün üstünden otuz altı yıl geçmesine rağmen edebiyatımızda Orhan Kemal hâlâ bütün varlığıyla duyumsanıyorsa, bu sebeplerdendir. “Kardeş Payı”ndaki birçok öyküde mekân olarak İstanbul başrolde. Ama Ceyhan-Adanalı Mehmet Raşit Öğütçü (Orhan Kemal’in asıl adı) bu, hiç Adanasız, Çukurovasız olur mu? Olmaz. İlla ki metinlerinde Adana’dan Çukurova’dan göz kırpıyor bizlere. Kitabın sondan bir önceki öyküsü “Motorda”da olduğu gibi tıpkı: “Çukurova’da gökler mi yakındı, yoksa Çukurovalılar göklere mi yakındılar? Geceleri evlerinin damlarında yattıkları için, yıldız dolu göklere daha yakındılar galiba.” Orhan Kemalle hâlâ tanışmayan var mı? Eğer varsa “Kardeş Payı”, yazarla tanışmak için iyi bir fırsat. Kemal’i bilenler için herhangi bir söze gerek yoktur herhalde. Ağzı bozuk, mücadeleci, sıradan yaşamların kocaman dünyaları, bildiğiniz gibi…

22.04.2007

Çağdaş edebiyatımızın bazı zamanlar kör noktalara düştüğünü düşünüyorum. Benzer kurgular, aynı cümleler, cümle yapıları, kopyalanmış üsluplar… Bu yüzden edebiyatımızın taze nefeslere ihtiyacı var.
Genç yazar Kahraman Çayırlı’nın “Hayat Kadınları Aldatmaz” isimli kitabını ilk elime alınca bunlar geçti aklımdan. Bir de kitabın ismine takıldım: Hayat mı kadınları aldatmıyor yoksa hayat kadınları mı aldatmıyor?

Sonuçta bu bir ilk kitap ve en yetkin yazarların bile ilk kitapları sayısız hatayla doludur, bu sebepten ilk kitapları değerlendirirken biraz vicdanlı olmak gerek. Elbette, “Hayat Kadınları Aldatmaz”ın da ciddi eksiklikleri, bağlantı kopuklukları ve ani, sert geçişleri var. Tabii bir de madalyonun diğer yüzü…

Yazarın en büyük artısı, sert ama akıcı olan dili ve okurun merak güdüsünü kitap boyunca hep üst düzeyde tutmayı başarabilmesi. Özüne baktığımızdaysa, “Hayat Kadınları Aldatmaz”ın temeli, hayat tarafından defalarca örselenmiş 37 yaşındaki Aysel’in masumiyeti üzerinden zihinlerimizdeki masumiyet kavramını ters yüz etmeye çabalamasından ibaret. Yazarın ara ara fakat mutlaka romanında yer verdiği sosyolojik tahlillerse, kitabı popüler kılabilir ki, o bambaşka bir yazı konusu.

Atmosfer kurarken ve karakter oluştururken Çayırlı’nın edebi yönden kimi eksiklikleri de var kuşkusuz. Ama hangi yazar edebiyat yoluna bir başyapıtla çıkabilmiş ki?
21.04.2007

Şebnem İşigüzel'i edebiyat dünyamıza kazandıran, 1993 Yunus Nadi Öykü Ödüllü "Hanene Ay Doğacak",
İletişim Yayınları'nca on üç yıl sonra yeniden yayımlandı. Kitaptaki dokuz öykünün her biri sağlam, her biri ehil
bir kalemin ürünü olduğunu belli ediyor. Gereksiz hiçbir sözcük hatta hiçbir ek dahi yok, öykülerde her kelime
yerli yerinde, olması gerektiği gibi kullanılmış.
İşigüzel, bu ilk öykü kitabının ardından rotasını daha çok roman ve deneme türüne çevirdi. Oysa öykülerindeki
ustalığı yazdığı roman ve denemelerinde bulmak güç. Yazıldıkları günkü heyecanlarından hiçbir değer kaybetmemiş
hikâyelerini okuyunca "keşke hep öykü yazsaydı" diye düşünüyor insan.
"Hanene Ay Doğacak"taki öykülerin çoğundaki döngüsel anlatım, olay örgüsünü öykü sonunda öyküye başladığı
noktaya geri getiriyor. Odağında ensest bir ilişki olan "Bir Öğleden Sonra" adlı öyküde bu durum oldukça bariz.
Öykü yazmak ve okumak, diğer edebi türlere kıyasla daha zahmetli, daha fazla emek gerektiren bir iştir. Öyküde
sınırlı olan edebi alana yerleştireceğiniz her sözcük üzerinde (diğer türlere kıyasla) daha çok durursunuz. Özellikle
öykü yazarken hem ölçülü, hem ekonomik, hem de etkili olmalısınız. Zira öykü okurları daha vefasızdırlar, okumaya
başladıkları öyküden kolaylıkla vazgeçip başka bir öyküye atlayabilirler.
Öyküyü severseniz, akar gider; berrak bir nehir gibidir, sudur neticede. Hele ki İşigüzel'in öyküleri. Ölüsevicilik,
ensest, erkek eşcinselliği gibi tabu konularda kalemini öylesine yetkin kullanmış ki yazar, öyküleri akıp gidiyor okurken.
Kıvamlı üslubu, sağlam karakterleri, yer yer sert cümleleri "Hanene Ay Doğacak"ı daha bir okunur kılıyor.

Perdenin diğer tarafına bakarsak, öykü okumanın da kolay iş olmadığını, ciddiyet istediğini; her biri titizlikle işlenmiş
sözcüklerin, okurun huzuruna çıkmak için birbirleriyle yarıştığını görürüz. Öykülerindeki sade, etkili cümleleri İşigüzel'i
çağdaşlarının arasında farklı bir yere getiriyor. Yaşlı bir eşcinsele hüzünlenirken ya da bir annenin oğluna olan aşkını, morg
görevlilerinin kadavralarla ilişkilerini şaşırarak okurken, İşigüzel'in samimi yazma biçimi asla rahatsız etmiyor.
Yazma edimiyle ilgilenen gençler bir dönem şiire yığılmışlardı oysa şimdi öykü türünde bir yoğunlaşma mevzu bahis. Nitelikli
öykü dergileri yayımlanıyor, görece az da olsa öykü kitapları basılıyor ama okuyan var mı? Amatör veya profesyonel öykü
dergilerine yayımlanması için öykü gönderenlerin sayısı, öykü dergilerinin tirajlarından daha yüksek! Velhasıl öykü yazıyoruz ama
öykü okumuyoruz. Şebnem İşigüzel'in "Hanene Ay Doğacak"taki öyküleri, bu topraklar dahilinde yazılmış en sağlam öykülerden,
bu yüzden öyküye gönül veren-vermeyen her okurun bu kitaba kütüphanesinde yer açması şart.
Öykü, dikkatinizi, edebi birikiminizi görece daha fazla isteyen bir türdür. Romanın, denemenin üzerine kuma gelmek istemez
hiçbir zaman, edebiyat evinin nazlı küçük kızıdır. "Sevgili Bayan Arvadak"tan "Suya Yazılan Mektuplar"a; kanımca dokuz öykünün
en iyisi olan ve kitaba ismini veren "Hanene Ay Doğacak"tan "Şehir Beni Terk Etti"ye kadar İşigüzel'in her öyküsünün, öykülerindeki
her sözcüğün kıymeti bilinmeli, titizlikle okunmalı.
21.04.2007

İlber Ortaylı'yı önce hafta sonu eklerindeki yazılarından takip ediyordum, sonra kitapları geldi. Meğerse tarihimiz hakkında sahiden hiçbir şey bilmiyormuşuz. Bu son kitabı da su gibi okunanlardan. Tarihle ilgisi olan olmayan herkese tavsiye ediyorum. Çok şey öğreneceğiniz, kesin.