Elif Şafak yine kendini hissettiriyor bu kitabında da. Ancak ben de bir yorumda dendiği gibi, Mahrem’i, Pinhan’ı, Bit Palas’ı yazan Elif Şafak’ı tercih ederim. Mutlaka değişim kaçınılmaz, zaman ilerledikçe, kalem hızlandıkça yazarların kaygısı ve eserlerine yaklaşımı da değişiyor. Bir tarihçi olarak diyebilirim ki, öncelikle kronolojik bilgilendirmenin azlığı okurun olay örgüsünü kafaya oturtmakta zorlanmasına yol açıyor. Elif Şafak’ın o eski özenli dilini ve anlatımını bulamıyoruz. Kısa kısa cümleler, okunmayı kolaylaştırmakla birlikte edebi zevki düşürüyor. Örneğin Osmanlı Türkçesine hâkimiyeti malumumuz olan yazarımızın, o dili ve saray jargonunu daha fazla kullanması gerçeklik duygusunu ve inandırıcılığı artırabilirdi. Lakin popülerleşen yazarlar, pop şarkılar gibi, ‘fast food’ bir anlatım tutturuyorlar…
Güzel tarafları eserin, kurgusunun çok karmaşık olmayıp akıcı olması. Basit ama güzel sürprizler ve detaylar eklenmiş. Bir tarihi dönem üzerinde fazla tahribat yapılmadan hayal gücü ile güzel sahneler yaratılmış.
Elif Şafak kitaplarının en önemli ortak temaları olan: ‘İstanbul’, ‘hümanizma –ki bu defa bir hayvan/fil üzerinden anlatılmış-’, ‘farklılıklar/ötekilik’, ‘mutlak otorite/ataerkil düzen eleştirisi’, ‘feminizm’ ve ‘estetik/mimari’ konularının bir şekilde hikâyeye yedirildiğini görmekteyiz. Bu yönleriyle diğer tüm eserlerinden izler de taşıyan Ustam ve Ben’in belki de en güzel tarafı, aslında başlamadığı bir yerde başlatılan bir hikâyenin aslında başlamadığı o yerde sonlanması, gizli öznesi Anadolu olan bir kahramanın hikâyesinin Roma’dan (St. Pietro) Hindistan’a (Tac Mahal) kadar savrulup Kubbe’nin yine her Elif şafak eserinde olduğu gibi İstanbul’a (Mimar Sinan ve eserlerine) kondurulması.
Neticede Elif Şafak kendi felsefesine, dünya görüşüne ve edebi aurasına çok uygun bir konu, ve konuyu işleyebileceği -son dönemlerde de popülerleşmiş- tarihsel bir dönem yakalamış. Ve aynı ölçüde popüler bir şekilde konu anlatılmış. Zekice bir anekdot olarak, tarihi bir hikaye, ‘hafıza’ kavramı ve mimari (fil ayakları) ile bağlantılı bir hayvan üzerinden ele alınmış. Tarihi olaylar ve fil (fil ile temsil edilen hümanizma-ötekilik-mutlak otorite eleştirisi-estetik), ele alınan dönemin tüm hadiselerine esasında bir eleştiri olarak dâhil edilmiş… Elif Şafak’ın yine savaş karşıtı düşüncesini görmek mümkün. Fetih kelimesi yerine ‘işgal’i kullanmasını ise çeviriye bağlıyorum.
Son olarak ben, edebiyatı sevmemde çok etki eden sevgili Elif Şafak’ın eski edebi diline dönmesini temenni ediyorum, varsın o dil ağdalı olsun. Bu durumun müsebbibi olarak da eserlerini İngilizce yazmasını görüyorum. İngilizce yazılan her eser Türkçe çeviride Türkçenin zenginliklerini yakalayamıyor kuşkusuz. O yüzden Elif Şafak’ı bize dışarıdan bakan ve bizi bizden önce dışarıya anlatan bir kalem olarak değil, yerli olarak kalmaya davet ediyorum. Yerli olup göçmen olmak da mümkün…