Roman kahramanı Çınla'nın yaşamını daha doğrusu yaşayamamasını anlatıyor yazar. Zengin bir ailenin iyi eğitim görmüş kızıdır O. Sol hareketlerde aktif rol oynayan, yakalandığında işkence gören ve kendisi gibi zengin bir ailenin çocuğu olan Özer'le evlidir. Yazar böyle tanımlamış Özer'i ama Özer'in geçmişinin olup bitenlere pek hükmü yok. O, romanın iyi karakteri olarak öylece duruyor. Aslında kadının hep birlikte olmak istediği, nedense olamadığı kocası Özer, bu romanın tek aklı başında kişisi.
Bir yandan kocasını seven Çınla, fırsat buldukça başkaları ile de cinsel birliktelikler yaşar. Bir gecelik, hatta bir kaç dakikaya sığan ilişkilerdir bunlar. Yenilmiş insan tipi örneklerinden doktor Nurcan; sevgilisine deli gibi aşık, ama kendini beğenmiş ünlü bir şair olan Arman'dan hiç yüz bulmayan, hatta aşağılanan bir kadın. Arman'dan kurtulmak isteyen Nurcan'ın İstanbul'u terkedip Erzurum'a yerleşmesi, Çınla'da Arman'la tanışmak merakını uyandırır. Sürekli geçmiş ve bugün arasında gidip gelen öyküde, Çınla'yı aniden Arman'ın karısı olarak görüveririz. Bu kez sürekli Özer'i sayıklamakta, Arman'dan neredeyse nefret etmektedir.
Romanın yan öyküleri olarak Çınla'nın ailesinin garip yaşantısı, Çınla'nın "bohem" arkadaş gurubu yer alıyor. Bir de, işkencede tecavüze uğradığı için intihar ettiği sezdirilen Yeliz... Ancak bir türlü anlaşılamıyor Çınla ile Yeliz arasındaki bağ. Aslında Çınla'nın bu duyarlılığını hiç çözemedim. Gündelik hayatı tam bir çöküntü içinde geçen ve bencil biçimde hazzı arayan Çınla'nın arada bir "ah Yeliz" diye yakınması, doğrusu romanda trajik değil komik bir unsur oluyor.