önce şunu söylemek lazım :
aşk,macera,ihtiras,entrika vs...gibi şeyler yok bu romanda.hatta olay bile yok.
böyle şeyler arayanlar başka kapıya gitsin.aralarında doğru düzgün konuşma bile yok.varsa bile yazar bize bunu aksettirmiyor.peki ne yapıyor?kişilerin varlığını ne yapıp ne ettiklerini ,gelecekte ne yapacaklarını diğer roman kişilerinin
onun hakkında ne duyup ne düşündüklerinden anlıyoruz.bunu o kadar başarılı o kadar şiirsel bir şekilde yapıyor ki...
insan nasıl öveceğini bilemiyor bu romanı.yani bir yazar,bir akademisyen olmak lazım herhalde.
o yuzden bunca yıldan beri yorum yazanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor bence
en iyisi romandan bir bölümünden örnek vereyim size.
kalabalık bir aile,misafirleri de var.akşam yemeği yenmiş.evin hanımı "artık sofradan kalksak"
diye düşünürken,keyfi yerinde olan kocası-üniversitede profesör,ayrıca tanınmış bir yazar-
birden bir şiir okumaya başlıyor.
bakın yazar, şiir okunurken, o sırada evin hanımı'nın içinden geçenleri okuyucuya nasıl yansıtıyor :(kısaltarak yazdım)
"bu kelimelerin manasını anlamıyordu.ama tıpkı bir musiki dinliyor gibiydi.bu kelimeleri söyleyen sanki kendi sesiydi.
fakat bu ses onun dışındaydı...hep aklından geçirdiği şeyleri şimdi bu ses ne kadar kolay ne kadar tabii anlatıyordu. etrafına bakmadan biliyordu.masada herkes bu sesi dinliyordu.hepsi de onu kadar ferahlık ve zevk duyarak dinliyordu.
hepsine sanki bu anda ,bundan daha munasip bir söz olmazmış,sanki bu konuşan kendi sesleriymiş gibi geliyordu."
evet...
biz de -onu sevenler- onun romanını aynen bu duygularla okuduk.
şiir gibi bir iç dünya
şiir gibi bir roman
vel hasıl bambaşka...
vel hasıl bir tane...