Yol Bilenler
Aklımda birkaç fragman var, kaynağını hatırlamıyorum. Bir film, ne zaman ve nerede izlediğime dair hiçbir fikrim yok. Gece vakti Aborijinler ateş yakmış, kıvılcımlar savrulurken ateşin başındaki adamlar atalarının yüzlerce yıl önce söylediği şarkıları söylüyorlar. Kıvılcımlar yükseliyor, uzay istasyonunda pencereden engin boşluğu izleyen astronotun önünde beliriyor. Işık oyunları en olmayacak yerde. Binlerce yıllık ritüelin, doğaya yabancılaşmamızın zirve yaptığı bir çağda varlığını sürdürmesi umutlandırıcı bir şey. Yazarın etnosfer kavramını daha iyi bir şekilde sembolize edemiyorum. İlkel olarak görülen toplumların bilgeliği, uygar olanların yakasını bırakmayacak gibi görünüyor.
Teknoloji insanoğlunun en önemli organı olmuş durumda; normalde onsuz yaşamımızı sürdüremeyeceğimiz yerlerde nefes almamızı sağlıyor. Sonsuz bir delilik, nerede duracağını kimse bilmiyor, hayatları aydınlattığı gibi karartabiliyor da. Buna rağmen karanlıkta birkaç kıvılcım hala mevcut; sezginin egemenliği varlığını sürdürüyor. Biraz daha geri plana çekilmiş olabilir ama teknolojinin, doğanın, insanın köklerinde sezgiyle edinilen bilgi varlığını sürdürüyor ve her şeyin temelinde bu bilgi var. Kadim bilgelik, günümüzde zorba kanonlara karşı çok zor durumda kalmış olsa da kendini yenileyecek. Otuz bin yılda binlerce dil, binlerce kültür nesnesi oluşturmayı başardık. Bundan sonrası için yapılacak çok şey var, tabii bu yaratıcı, bütünsel bakış açısını kaybetmezsek. Yerlilerin yaşadığı ormanları kesen şirketlerin, iskan politikasıyla insanları koyun gibi güden devletlerin varlığı işi oldukça zorlaştırıyor.
Davis, Light at the Edge of the World gibi birçok belgeseli hayata geçiren, ömrünü kaybolmaya yüz tutmuş kültürlerin kaydını tutmaya vermiş bir antropolog. Kolektif Kitap'ın nefis amme hizmetiyle okuyabiliyoruz kendisini, yayınevine de sonsuz teşekkür. Neyse, modern denen son üç yüz yıllık devirde yok edilen dünya miraslarının izinde araştırmalar yapan Davis için mutluluk verici olan tek şey, farklı düşünme şekillerinin ve dünyayla farklı şekillerde iletişim kurma yollarının varlığı. Aralarında binlerce kilometre mesafe olan iki topluluğun kültürleri oldukça farklı, yine de sezgisel olarak çıktıkları yerler birbirinden pek uzak değil. Dinginlik, doğayla bir olma, kısaca Buda'nın öğretisine yakın bir aydınlanma hali. Doğrunun tek bir yolu yok, erginliğe ulaşmaksa bir.
Beş bölüm boyunca kutupların sessiz soğuğundan yağmur ormanlarının çürüyüp tekrar hayat bulan varlığına, pek çok yolculuğa çıkıyoruz ama öncesinde yok edici insanın marifetleri var; nesli tükenen canlılar, kaybolan diller ve pek çokları.
Batı, en sonunda Yahudilerin katledilmesine kadar giden yolu açmış oluyor. Marksizm de aynı eleştiriden nasibini alıyor; insan doğasının dışındaki herhangi bir müdahalenin yol açacağı yıkımın faturası oldukça ağır. Mao'nun öldürdüğü milyonlarca insan, kitaptaki onlarca örnekten sadece biri.
Kısaca şunu diyor: İnsanın doğası ideolojilere sığmayacak kadar muazzamdır.
Bütün toplumlar aynı gelişim evrelerinden geçmek zorunda değil. Bir insanın evinde teknolojik aletlerin, söz gelimi televizyonun olmayışı onu çağ dışı biri yapmaz. Kimin çağı, televizyon izleyenlerin mi? Çoğunluğun azınlığa tahakkümü bu şekilde ortaya çıkıyor zaten. Her neyse, Lévi-Strauss dayımız Batı düşüncesini yerin dibine sokarken tam olarak bunu söylüyordu; modernlik anlayışı teknolojik gelişmelerle, hukukla vs. eş tutuluyor. Oysa bunlar yeterince gelişmemiş toplumlarda, bu toplumların ölçütlerine göre Batı'dan çok daha ileri bir seviyede olabilir.
Bu, sömürücü hegemonya için korkutucu bir düşüncedir ve örtbas edilir. Said, bu örtbasın aydınlığa kavuşması için entelektüelin görevlerini saptamıştı, Wade Davis'in kitabı, krizi evrenselleştirme açısından son derece mühim, zira topyekun bir kültürel yıkıma sürüklenen dünyayı alternatiflerin varlığından haberdar ediyor, tabii kesilen ağaçların gürültüsünden duyulursa...
Muhteşem bir kitap. İnsanın özünü unutmaması, kapitalist iktidardan daha çok korkması için okunması gerekir.