Gökteki Göz Hakkındaki Yorumlar

Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Gökteki Göz
Jonah Lehrer'ın bir metninde "aslında var bile olmadığımız" üzerine kafa patlatılan bir bölüm vardı, bilincin izini süren nöroloji çalışmalarında birtakım devrelerin kurulması sonucu oluşan akımlardan fazlası olmadığımız söyleniyordu. Beynimizde patlayan havai fişekler kadar biziz ama yine de bizliğin muğlak bir tarafı var. Nedir yani, bir devre koptuğu veya yanlış bağlandığı zaman ısırdığımız bir elmanın -elma nedir?- tadının -tat nedir?- tuzlu -tuzlu nedir?- olduğunu anlayabiliriz, hatta elmanın bir baston olduğunu sanıp kendimizi Devrekli gibi hissedebiliriz. Devrek'in bastonu meşhurdur, o açıdan. Bir meskenin meşhur olan nesnesinin baston olması üzerine söylenecek çok şey bulabilirim ama konumuz bilinç, devam edelim. Beyinde çok acayip işler dönüyor kısacası, sanki dış dünyanın ayarına hassasiyetle uyum sağlayan bir yapıymış gibi işlerliğini sürdürüyor beyin, bir süre sonra bazı kimyasallar azalıyor, bazıları artıyor, dünya çok daha acayip veya normal bir hale bürünüyor böylece. Dış etkileri de düşünmeliyiz, vücudumuzdan her an sayısız atom altı parçacık geçiyor. Milyonlarca ışık yılı uzaktan geleni var, Güneş'ten fırlayanı da vardır kesin, bedenimizin içinden geçip gidiyor hepsi. Bir fikir: Beynimizle etkileşime geçeni var mıdır? Yaratıcılıkla uğraşan insanların bu parçacıkların etkisinde kaldıklarını düşünmek hoşuma gidiyor, bir kuarkın saniyenin milyonda birlik süresince misafirliğinden etkilenen zihin yepyeni fikirler doğuruyor mesela. Üstelik tek bir zihinle de sınırlı değiliz, zihinler arasında bir bağ kurulduğunu düşünelim. Parçacıklar bedenden bedene yolculuk ettikçe veri taşıyor ve insanları birbirine karıştırıyor, galaktik bir bulamacın içinde bir yerdeyiz demektir bu. Gerçeklikler paylaşılıyor, bilinçler paylaşılıyor, bildiğimizin ötesinde bir yaşam formu ortaya çıkıyor böylece, çok uzun bir sürede ortakyaşar bir form geliştirebiliyoruz. Attali'nin Geleceğin Kısa Tarihi adlı metninde buna benzer bir formdan bahsediliyor, tabii parçacıkların etkisiyle ortaya çıkmıyor. Yine de... Gerçeklik dediğimiz şey bir çaba, insanın göstermekte en çok zorlandığı çaba hatta, hikâyeleri ve anlam parçalarını bir arada tutma çabası. Tek bir bilinci var etmek, dağılmayı engelleyerek sıkı sıkıya kavramak yeterince zorken başka bilinçlerin de işin içine karışması müthiş bir kaos yaratırdı, kimin parçası kimin gerçekliğiydi, kimin nesi kimin fesiydi derken kallavisinden bir tırlatmayla kafaya huni geçirir, parmağımızla dudağımızı bilibilibili şeklinde titreterek bir temiz delirirdik. Oysa gerçeklikleri ne ölçüde değişirse değişsin PKD'nin karakterleri kendi gerçekliklerini bulma mücadelelerini sürdürüyorlar, bu çok ilginç. Belki de ön kabulleri sağlamdır ya da çoktan oynatmışlardır, her türlü savaşıyorlar sonuçta. Gökteki Göz bu açıdan PKD'nin diğer metinlerini düşünürsek tipik bir gerçeklik kayması problemini odağa alıyor.
Belmont Bevatronu'nun Proton Işın Saptırıcısı -breh- gezginler tarafından sıklıkla ziyaret edilen bir zamazingo. Arıza çıkarıp altı milyon volt gücündeki ışın demetini salonun tavanına doğru yollarken tepesindeki taraçayı kül ediyor, sekiz kişi aşağı düşerek yaralanıyor. Hastaneye gidenler, yanık tedavisi görenler ve hafif bir tedaviyle salıverilenler karakterlerimizi oluşturuyor, sonuçta onca ışın, radyasyon, kimyasal zımbırtı yedikten sonra kafaları yanmasa olmazdı. Aslında bu mevzuyu kullanan, bu meseleye çok benzeyen bir mevzuyu içeren bir romanı daha var PKD'nin, adını hatırlamıyorum ama orada da tedavi altına alınıp zihinlerinin bağlantı kurduğu hastalar vardı, başka bir insanın zihnine hapsolan insanlar. Ubik diyesim geliyor ama emin olamadım şimdi, neyse, Hamilton ve Marsha'nın etrafında dönen bir anlatının temelleri böylece atılıyor. Kazadan kısa bir süre öncesine gidiyoruz, evli çiftin yaşamlarına göz atacağız. Hamilton kurumun füze araştırma laboratuvarlarının başkanı olarak çalışıyor, işini seviyor, eşi Marsha'yı da seviyor, bu yüzden kurumun başındaki Albay T. E. Edwards tarafından özel olarak çağrılınca içi sıkılarak icabet ediyor. Marsha'nın birtakım faaliyetlerde bulunduğu söyleniyor Hamilton'a, kadının komünist olma ihtimali var. 1950'lerin sonlarındayız, Elia Kazan'ın muhbirlik yaparak pek çok sanatçıyı kara listeye aldırdığı, "kızıl" damgası vurulanların toplumdan dışlandığı zamanlar, cadı avı tam gaz. Çiftin arkadaşı McFeyffe'ın raporu doğrultusunda Hamilton görevinden alınıyor, çalıştığı proje çok gizli ve eşi bir kızılsa devlet sırlarının sızma tehlikesi var, riskli bir durum oluşur oluşmaz icabına bakılıyor. Kariyerle aşk arasında kalan Hamilton aşkı seçiyor, en gerçek duygu onanıyor böylece. PKD'nin 1960'tan sonra yazdığı metinlerde sadakatsizlik ve akışkanlık ağırlık kazanırken 1957'de yazılan bu metinde tersi bir durum var, ilginç. McFeyffe'ın dostluğu konusunda ikinci kez düşünüyorlar, adam Hamilton'a yeni bir iş bulabileceğini ve dostluklarının sürdüğünü söylüyor derken kaza gerçekleşiyor. Marsha'yı düşmesin diye tutmaya çalışan Hamilton da aşağı uçuyor, McFeyffe uçuyor, Arthur Silvester adlı yaşlı bir asker ve birkaç kişi daha uçuyor. Hamilton'a gereken açıklamayı yapan doktor şoktan çıkan herkesin gerçeklik duygusunu bir süre yitirebileceğini söylüyor, Hamilton'a göre yolunda gitmeyen bir şeyler var, dünya rahatsız edici bir yoğunluğa sahipmiş gibi geliyor, buna bir açıklama bulamıyor Hamilton. İşler sarpa sarana kadar.

PKD tipik tekniklerinden birini kullanıyor yine, anlatıdaki karanlık noktaların varlığının sürmesi için karakterlerini olabildiğince gizemli bir hale getiriyor. Hamilton iyileşme sürecindeyken Marsha'nın ağzını arıyor, eşinin gerçekten kızıl olup olmadığını anlamaya çalışıyor ama Marsha bir noktada kestirip atıyor, soruları cevapsız bırakıyor. Sadece karakter bazında değil, olay bazında da bir süreliğine anlam verilemeyen eylemler var. Evlerine dönerlerken örneğin, Hamilton'ı arı sokuyor, sonra evde başından aşağı çekirgeler dökülüyor, sürü basıyor evi. Arada derede Miss Reiss adlı başka bir kazazedenin kedilerden hiç hoşlanmadığını öğreniyoruz, kısacası açıklanana kadar akılda tutulması gereken gizemler bunlar, anlatıdan çıkma yapan minik uçlar gibi düşünebiliriz ama tekrar ana çizgiye dönmelerini sağlayan bağlantılar var tabii. Bill Laws'un kadroya eklenmesiyle karakterlerin dünyası bir parça daha genişliyor ve yaşananların mantığa bürütülmesi kolaylaşıyor. Hiçbir karakter kendi normal dünyalarında yaşadığını düşünmüyor, özellikle Marsha'nın gördüğü rüya bir çözümleme aracı haline geliyor. Sekiz insan yerde yatıyor, hâlâ. Başka bir gerçeklik düzleminde olduklarını anlıyorlar böylece. Daha da önemlisi, dualara cevap verip kullarını koruyup kollayan bir Tanrı var ortada. Çok ilginç bir fikir, Ted Chiang'ın bir öyküsünde meleklerini ve kendini görünür kılan bir Tanrı'nın peşine takılan insanların inançla ne yapacaklarını bilememeleri anlatılıyordu örneğin, dünya kaosa sürükleniyordu, Chiang'ın PKD'den esinlendiğini düşünüyorum. Neyse, Hamilton işinden şutlandıktan sonra kendisi gibi bilim insanı olan babasının eski bir arkadaşına gidiyor ve adam Hamilton'ı işe alıyor ama öncesinde manevi bir sınavdan geçiyor bizimki. Tek Gerçek Kapı'yı bulup bulmadığı soruluyor, fizik gibi bilimlerin tamamen soyut uğraşlara dönüştüğünü görüp üzerinde durulan tek disiplinin Tanrı'yla iletişim yollarını artırmak olduğunu anlıyor, mental sınavı da bu noktada başlıyor. 1946'dan beri süren Tanrı-insan iletişiminin tarihçesini öğreniyoruz, ardından şirketteki diğer çalışanlarla Hamilton arasında sıkı bir çatışma başlıyor.

Zihinden zihne yolculuklar dört kez tekrarlanıyor ve her zihnin farklı bir dünya kurgusu var, Silvester dindar bir dünya kurguluyor ve çikolataları ortadan kaldırıyor örneğin, çikolata zararlı olduğu için. İki nokta önemli, her karakterin bu dünyalar için verdikleri tepki farklı. Kimi bulundukları dünyayı beğendiği için orada kalmak istiyor ve kendi gerçekliklerine dönmeyi engellemeye çalışıyor, kimi bir an önce oradan kurtulmaya bakıyor. Hiçbir dünya birbirine benzemiyor haliyle, her geçişte neyle karşılaşacaklarını bilmedikleri için gizemleri çözmek, kimin zihninde olduklarını anlamak zorundalar. Bir karakterin hemen her şeyden işkillendiğini öğrenir öğrenmez bütün dünyayı yavaş yavaş sildiriyorlar örneğin, en son havayı ortadan kaldırtıp koyu bir karanlığa gömülüp "ölüyorlar" ve başka bir zihne zıplıyorlar. En sonda Inception'daki topaç sahnesinin esin kaynağı olduğunu düşündüğüm bir sahne var, finale kadar gerçekten kurtulup kurtulamadıklarını bilemiyoruz. Belki finalde de bilemiyoruz, kesin bir sonuca varılıyor ama bildiğimiz dünyayla son derece sağlıklı bağlar kurmuş, dünyayı olduğu gibi kabullenmiş birinin zihninde olmaları da mümkün açıkçası.

Amerikan toplumunun geniş bir incelemesi olarak görülebilir bu metin, iki kutba ayrılmış dünyada paranoyaya dört elle sarılıp yaşamlarını gizli bir düşmanı yok etmek üzerine kuran insanlar hemen her şeyden şüphe duyuyorlar, bir tek Hamilton ve Marsha arasındaki sıkı güven bağının akışkanlıktaki tek sabitliği sağladığını söyleyebiliriz, bütün tartışmalarına rağmen tutunabilecekleri en küçük gerçeklik parçası bu aşk. Bunun dışında hiçbir karakter güvenilir değil, bilinçaltının da işe karışmasıyla birlikte ortalık cehenneme dönebiliyor, her karakter gerçek duygularını ortaya döküyor ve korku dolu bir dünya yaratıyor. Tamamen bir başkasına odaklı dünyada her şeyin nasıl kolaylıkla yıkılabileceğini görmek metnin en sıkı izleklerinden birini oluşturuyor, aslında genel olarak PKD'nin en sıkı izleklerinden biri bu.

Klasik, on numara. PKD'nin her şeyi su üzerinde yüzdürdüğü dünyalarını seviyorum, altmış yıl öncesinin süper devletindeki yaşam algısının bizde yeni yeni ithal edildiğini söylemek belki aşırı bir yorum olur ama aynı belirsiz dünyada yaşadığımızı düşünürsek, biraz da paranoyaya müsaitsek birkaç havai fişeği de bu metin patlatacak demektir.
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (1)
Hayır (2)
Bu Yorumu Yanıtla
tlcmhmt
19.07.2018
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Okudukça kendinizi hikayenin ortasında bulacağınız bir PKD öyküsü daha...
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (1)
Hayır (0)
Bu Yorumu Yanıtla
ElectronicArts
02.02.2016
Yazar, farklı dünyalara adım atarak korkularımızın ve düşlerimizin bizi nerelere sürükleyebileceğini çok iyi anlatmış. Başlarda anlaşılması zor gelse de sayfalar ilerledikçe sizi etkisi altına alıyor.
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (3)
Hayır (0)
Bu Yorumu Yanıtla