Sırlara gerçek yolculuk
Omar Michael Burke 1960'lı yıllarda bugün bile 'dolaşılması tekin olmayan' coğrafyalarda dergahtan dergaha yaptığı koşuşturmayı, birinci elden malzemelerle "Sufiler Arasında" isimli kitabında anlatıyor.
Omar Michael Burke'nin İnsan Yayınları tarafından Ahmed Tunç Demirtaş'ın çevirisiyle yayınlanan "Sufiler Arasında" kitabını okuduktan sonra dudaklarımdan şu sözler dökülüverdi: "Ne macera imiş ama !?.."
Nasıl dökülmesin ki ? İrlanda asıllı yazar, 1960'lı yılların dünyasında bugün için bile 'dolaşılması tekin olmayan' coğrafyalarda dergahtan dergaha, menzilden menzile koşuşturmuş; kâh "kaçak hacı" olarak Kabe'nin gölgesinde, kâh İstanbul'da Bebek yalılarından birisinde, kâh Kuveyt emirinin sarayında, kâh Tunus'un Tuareg sahrasındaki cezbeli sufilerin ribatında, kâh Hindikuş sırtlarındaki kuş konmaz bir zaviyede soluklanmış ve bu soluklanmalarda kaleme aldığı ve kendi ifadesiyle "birinci ağızdan malzeme"yi bize sunmak üzere notlar almıştı.
Yazarın öyle sahici bir anlatımı var ki bir gün Cidde'de bir Türkistanlı'nın halı dükkanında nefis, dumanı tüten, bir sini dolusu "Buhara pilavı" yemiş gibi olurken hiç umulmadık bir yerde Hind kıtasının Müslüman bölgesinde karşımıza çıkan "kaşları da dahil tüm vücud kıllarından soyulmuş" bir "kalenderî derviş" ile burun buruna geliyorsunuz.
"Çağdaş İseviler" Günümüz Afganistan'ında mı?..
Kitabı bence en önemli kılan husus ise, verilen ayrıntıların işaret ettiği tarihi gerçeklikler oldu. Bunlar arasında en dikkatimi çeken ise tüm Hrıstiyan dünyasını sarsacak bir iddia olarak çarmıhtan kurtarılıp Keşmir'e kaçırıldıktan sonra bir otuz yıl daha yaşadığı kaydedilen "Hz. İsa'nın ashâbının son varislerinin bugünkü Afganistan'da Herat yakınlarındaki birkaç köyde bulundukları, "kıyami zikir" benzeri bir toplu ibadetleri ile riyazet temelli bir dervişane hayat tarzını yaşadıklarına ilişkin bölüm oldu. Yazar bu topluluk içinde geçirdiği günlerde Hrıstiyan teolojisini yerle bir edecek unsurları tesbit etmiş.
Bir diğer önemli bölüm ise yazarın Mısır'da şahsi bir kütüphanede, Türkistan tasavvufunun temel eserlerinden "Reşahat" ve "Divan-ı Hikmet" ile karşılaşması idi. Bu durum Türkistan tasavvufunun İslam aleminde bir yandan Malezya-Endonezya yönünde tesirini yayarken diğer yandan Mısır'a kadar tüm Ortadoğu'daki tesirinin birer kanıtı oldu. "Ubeydullah Ahrar Taşkendi Menâkıbı" denebilecek Reşahat ile Hz. Pir-i Türkistan Yesevi'nin hikmetlerini derleyen Divan-ı Hikmet'in tüm İslam dünyasında etkisini sürdürdüğünün somut bir kanıtı olan bu durum özellikle benim için etkileyici oldu.
Aslında kitapta o kadar çok dipnotlanması gereken kişiler, yerler, olaylar var ki...En iyisi kitabı okuyanın kitapta geçen isimleri, terimleri bir ansiklopediden araştırarak bu dipnotlandırmayı kendi zihninde yapması.
(YeniŞafak-23.11.2004)