Russell Robert imzalı, Görünmez Kalp bir romanın her türlü özelliğine sahip olduğu halde insan, bu kitaba direk olarak roman diyemiyor. Nedeni ise, kitabın roman şeklinde yazıldığı halde içerisinde muhteva ettiği iktisadi bilgiler. Efendim kitap, pek tabii roman ancak, kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman ağzınızda sanki ‘Ekonomiye Giriş’ ders kitabını bitirmişsiniz gibi bir tad kalıyor. Ancak bu durumun sizi rahatsız edeceği fikrine kapılmanız yersiz, çünkü alelade bir romanı okuduktan sonra “ee şimdi bana ne vedi bu kitap?” gibi bir düşünceye kapılmıyorsunuz. Aksine “birşeyler kaptım sanırsam” hissiyatı bünyenizi sarıyor, ve de bu hissiyat size hafiften mutluluk veriyor.
Görünmez Kalp, 279 sayfalık bir kitap, ancak arkasındaki ekstra bilgi verilen kısmı da sayarsak şayet 299 sayfayı buluyor. Kitap Liman yayınlarından basılmış ve de kitabın orjinal ismi “The Invisible Heart”. Kitabı Türkçemize kazandıran kişi ise, Mustafa Acar. Her ne kadar piyasa da çok fazla miktarda bulunmasa da, Kadıköy’de bulunabilmekte. Tabii, başka yerlerde yok demek değil, tabii ki başka yerlerde de bulunabilir, bulunamazsa da sipariş verebilirsiniz.
Kitabın bir başka özelliği ise, dilinin akıcılığı bir kaç yer dışında soluksuz okunan bir kitap var elimizde. Bu da kitabın bir başka artısı.
Konudan bahsetmek gerekirse, hikaye bir okulda görev yapan iki öğretmen etrafında yaşanıyor. Hikayede fazla karakterin olmaması da hikayenin esas amacı olan iktisadın temelinin ne olduğunu edindirme fikrinin kaybolmamasını sağlıyor...
Sam Gordon bir ekonomisttir. Yüksek lisan yapmış ve de ardından okullarda kendi branşı ile ilgili öğretmenlik yapmaya karar vermiştir. Diğer karakterimiz ise, Laura Silever. Laura ise bir ingilizce öğretmeni. Ailesinin geneli avukat, Laura’da bu nedenle birkaç sene öğretmenlik yapıp ardından da hukuk okumayı düşünüyor. Esasen temel karakterlerimiz arasında öğretmen olmaları haricinde çok büyük bir benzerlik yok. Bu da, iktisadın ne olduğunu anlayabilmemizi sağlayacak en önemli unsur kitapta...
Bu romanda, Laura genel itibari ile dinleyici, Sam ise anlatıcı konumunda. Sam iktisadı anlatıyor, Laura ise ona karşı birkaç soru soruyor, bu da Sam’in konuda istediği şekilde derinleşebilmesini sağlıyor. Bu sayede, insanların tercihlerinin kendilerine ait olmasını gösterdikleri gibi, fabrikaların maliyet nedeni ile taşınmasını, işçi ihtiyaçlarını ve buna benzer pek çok sosyal temalı konuyu irdeliyorlar.
Tabii şimdi sizin de aklınızda şöyle bir soru işareti var. İki genç insan ve de karşı cinste, bunlar sadece oturup muhabbet mi ediyorlar. Efendim konunun en absürd kısmı ise bu. Yani genç iki insan oturuyor, hiç işleri güçleri yokmuş gibi ekonomi tartışıyorlar. Esasen tartışmıyorlar da, Sam kişisi inatla kapitalist fikirlerini Laura’ya aşılıyor. Yani tamam bir yere kadar, ancak kitapta bu bireylerin duygusal yakınlaşmalarından da bahsediliyor. Bu kısım saçma olmuş diyeceğim, diyeceğim ama zaten yazar bunun farkında. Hatta bu nedenle, zaman zaman Sam, Laura’ya ekonomiden başka neler anlatabilirimi düşünüyor... Bu esnada da, devreye hemen Laura’nın branşı olan, ingiliz edebiyatı giriyor ve de ortalık şenleniyor. Tabii ki, bir ekonomistin, ekonominin temelini anlatmak için roman yazması takdire şayan, bu nedenle de kitaptaki eksileri çok da irdelememek lazım. Neyse efendim nerede kalmıştık, evet ingiliz edebiyatı. İngiliz edebiyatına giriş yapılınca bu sefer kitapta, şiirler yer almaya başlıyor... Şiirlerden daha sonra Sam’in alıntı yaptığını da görüyoruz.
Hikayede ayrıca daha sonra gerçek olmadığı çıkan, sanki başında iki boyuzu ve de elinde de asası olan bir şeytan kıvamlı patron, onun eteklerinde mecburen oturan ailesine düşkün, gerektiği zaman iyiliği için onu satabilecek başkaları... Bu karmaşık ilişki sanki ileride birleşecekmiş gibi esas hikayeden ayrı bir hikayecik olarak yazılmış, ancak çok sıkıcı bir biçimde de hikayeyle bütün oluyor. Gerçekten romandaki en sırıtan sorun bu ekstradan anlatılan hikayenin birleşmesi. Yine de bu soruna göz yumup devam ediyoruz.
Romanda fakirlik çeken yoksulların, dilenen dilencilerin, fabrikası kapanınca madur duruma düşen insanların durumları ekonomi bilimi çerçevesinde acımasızca inceleniyor. Açıkcası zaman zaman, bu kadar da insafsız olunmaz ki canım tepkisini veriyoruz, ancak okuduğumuz bir roman olduğu için de elimizden birşey gelemiyor. Ancak bu sayede de farklı bir bakış açısı ediniyoruz. Ayrıca kitabın sonlarına doğruda insan bu fikre, kendisinin de yakın olduğunu hissediyor. Yani bir fabrika kapanabilir, insanlar da işsiz kalabilir, hatta işsiz kalan aileler bir süre maddi zorluk yaşayabilir. Ancak bu sorunu gören çocuk da fabrikada çalışmak yerine üniversite okuyup daha üst yerlere gelip daha fazla para kazanabilir. Nasıl kitap bana bu fikri verdi, bu kapitalist düşünce için suçlu ben değilim, suçlu direk Russel Robert. Ancak insan şunu da düşünmüyor değil, eğer çocuk üniversite okumazsa, hemen çalışabileceği yakınlarda bir fabrikada yok. O zaman bu çocuk suç işlerse sorun olmaz mı?
Kitapta ayrıca tercih hakkının nasıl, ne şekilde özgür olması gerektiğine de değiniyor sevgili ekonomi öğretmenimiz Sam. Bu konuda örneğimiz, metroda dilenen dilencimiz oluyor (kusuruma bakmayın, ismini hatılayamıyorum). Sam kendisine para veriyor, ancak Laura ise para vermeye içki alacağı için karşı. İşte bu konu sayesinde tercih hakkı işleniyor ve de eğer insan kendisine mutluluk verecekse içki içmesine kimse karşı çıkmamalı diye bir sonuç ortaya çıkarmaya çalışıyor yazarımız. Bu konuda, Laura’nın süper zeka kardeşini denmak istiyorum. Sırf adam içki içmesin diye çantasında meyva suyu taşıyıp, onu veren ve bu sayede de zeki olduğunu sanan bir adam bu. Neden bu kadar içime işledi bu bilmiyorum ama başkasının tercih hakkını ne cüretle engellemeye çalışıp kendi iyisini dayatmaya çalışıyor anlayabilmiş değilim.