Yazarın dili, üslubu, öykülerin kurgusu mükemmel. “Ve Demiştik”, “Her Dağın Kendi Kışı”, “Ormanların Gümbürtüsü”, “Üzerlik”, “Kızak”, “Kuş Yüzü Görmek”, “Dallar Kırılırken Rüzgâr Saklı Kalır”, “İşlengi”, “Pembe Gül” öyküleri özellikle anılmalı.
“Ne diyecektim tanışınca? Tüm kitaplarını okuduğumdan başlayıp hayatımda ilk kez bir yazarla tanıştığım için çok heyecanlandığımı, o yüzden konuşamadığımı, bir şeyler yazmaya çalıştığımı, Türkçe hocasının yazdıklarımı çok beğendiğini, bana klasikleri okumamı söylediğini... Yok, klasikleri karıştırmamalıydım. Onlardan zevk almıyordum; yerli yazarlar daha çok hoşuma gidiyordu. Kütüphaneden en son Sefiller’i almıştım diğer klasikler gibi yarım bırakmak üzere, o nemrut kütüphaneciye rağmen. Adamda bir surat var, al götür Yeşilçam’a, her filmde oynat, en kötü adam rolünde. Kaşla göz birbirine karışmış, öyle çatık, öyle iç içe... Ben, sulu karları çiğnemekten zırıl zırıl olmuş paçalarımdan utançlı, soğuktan kızarmış burnumu çekmekten perişan, camlı dolaplardaki aksimden tedirgin, pişman, korkak kitaplara göz gezdirirken, adamın bir daha aynısı bulunamayacak sessizliğini bozmuş olmanın suçluluğunu yaşardım.
"Şu kitabı alabilir miyim?" derdim parmağımı dolabın camına değdirmeden göstererek.
"Al getir!"
Sıkışmış kapağın açılışı, diğer kitaplara hızlıca bir bakış fırlatarak istenen kitabın alınışı, kapağı dikkatli kapatış, boş salonun gıcırdayan tahta zemininde ayak seslerini beyhude saklamaya çabalayarak nemrut beyin makamına varış…” "Çamlık Palas" öyküsünden (s. 89)