Hasret Rüzgarı / The Longing Wind Hakkındaki Yorumlar

tan0006 16.12.2006
İsa Bakır, Midyat'taki evini terk edip Hollanda'da yaşamaya mecbur kalmış bir Süryani'dir, TRT Int-Avrasya seyretmektedir, Orhan Gencebay'ın Hasret Rüzgârı adlı şarkısını dinlemek istemektedir. Bir başka deyişle İsa Bakır, mektubuyla hem tarihi hem de coğrafi bir uzaklığı sona erdirme talebini işaretlemektedir. Mektup göndermekte, yani uzakta olduğunu hatırlatmaktadır. Talep etmekte, yani yak(ın)laşmak istemektedir. Hasret Rüzgârı şarkısı kendisi için çalındı mı ve elinin altındaki Türkçe karakterleri olmayan daktiloyla yazdığı aile isimleri ekrandan telaffuz edildi mi bilmiyoruz. Ancak İsa Bakır'ın Türkiye ile arasındaki mesafeyi tanımlayan işaretleri ve yakınlaşma talebi üç dilde yayımlandı artık. Hakan Aytekin, Türkçe, Süryanice ve İngilizce olarak hazırladığı kitapla bu işaretleri taliplerine sundu.
İsa Bakır'ın TRT'ye gönderdiği mektup bir şekilde belgesel film yönetmeni Hakan Aytekin'in eline geçer. Hakan Aytekin mektubu özenle saklar. Yıllar sonra Mardin ve Süryanilerle ilgili bir belgesel film çekmeye karar verdiğinde İsa Bakır gelir aklına ve onu bulmaya karar verir. 1992'de yazılmış mektuba ilk karşılık 26 Nisan 2001'de, yani neredeyse aradan on yıl geçtikten sonra yazılır. Aytekin, İsa Bakır'ın terk etmek zorunda kaldığı memleketine, Midyat'a gittiğini anlatır ve bir yanıt ister. Yaklaşık bir ay sonra bir mektup daha yazar Hakan Aytekin. Yine cevap alamaz. 16 Temmuz 2001'de üçüncü kez dener şansını. Ve nihayet ilk mektubu yazdıktan tam bir yıl sonra beklediği yanıtı alır. İsa Bakır mektubunda der ki: "İnsan yüreğinde ne arzuluyorsa onu konuşur. Gururdan tiksindiğim kadar beni gururlandırdın. ...Türkçe yazılmış mektupları okumayı uzun bir zamandan beri özlemiştim. ...21 yıldır muntazam bir şekilde ne yazıyor, ne konuşuyorum. Çok seyrek bir şekilde Türkçeyle ilişkim var. Türkçeyi sadece okuyor ve duyuyorum." Sonra TRT Int-Avrasya'da seyrettiği bir başka programdan bahseder İsa Bakır. Buradan anlarız ki TRT Int-Avrasya, onun kendi memleketine açılan kapısı olmuştur. Bu, söz konusu televizyon kanalının kendisinden beklediği bir performans mıdır bilinmez.Ancak İsa Bakır, memleketiyle ilişkiyi ancak o soğuk cam ardından kurabiliyor olmanın acısını da anlatır Hakan Aytekin'e. Tam da ona mektup yazmak için kalemi kâğıdı eline aldığında bir program takılır İsa Bakır'ın gözüne yine aynı kanalda.
"Baktım ki, televizyonda Ebru Keser Erda'nın sunduğu 'Ver Elini Anadolu' adlı programı çıktı ve başlangıcında Mardin sözcüğü düştüğünde dikkat kesildim ve hemen kalemi bırakıp izledim. Bundan dolayı mektuba ayırmış olduğum zamanı kullanmamış oldum ve sonra ha bugün ha yarın derken tahammül edilmeyecek anlamda mektubunun cevabı geç kaldı."
İsa Bakır, programı seyrederken ne hissettiğini de anlatır; sunucunun Mardinli bir ihtiyar taş ustasına "Bu işi nereden öğrendin?" diye sorduğunu, ihtiyarın 'Süryani kadimlerden' dediğini, Mardin'in camilerinde, kiliselerinde, medreselerinde bu ustaların izlerinin olduğunu... Memleketinden ayrıldıktan yirmi yıl sonra yeniden gördüğü Midyat'ın modern yüzünün kendisine acı verdiğini de anlatmadan geçemez. Çünkü "Süryanilerden boşalmış sokakları, bozulmuş evleri, taşları alt üst olmuş, adeta bir harabe" olarak görür Midyat'ı. Görmekle kalmaz İsa Bakır, dinler de:
"O süryani taşlar turist Süryanilere sitemde bulundukları gibi bir nevi hal taşıyorlardı. Sanki ızdırap kusuyorlardı, acıdan yağmur olup da başımıza yağıp kendilerini hatırlatmak istiyorlardı. Ya evler, sokaklar, bağırıp çığlıklar atıyor, 'bizleri artık tanımıyorsunuz?' gibi fakirce, miskince sorular soruyorlar gibiydiler."
İsa Bakır, Hakan Aytekin'e yazdığı ilk mektupta sürekli olarak Türkçeyi kullanmakla ilgili sorunlarından söz eder. Derdi bir yabancı dilde kendini anlatmanın getirdiği sıkıntılı hali ifadelendirmek değildir.Aksine, zaten bildiği bir dile bu denli uzak kalmış olmanın getirdiği ağırlığı anlatmaya çalışır. Dili tekrar hatırlarken hata yapma riskine karşı kırılgan bir set çekme telaşındadır sanki. Çünkü tam da bu mektubu yazarken İsa Bakır, yeniden ilişki kurmaya çalıştığı bir kimliği önce yıkıp sıfırlamaya ve yeniden temellendirmeye uğraşmaktadır. Bir başka deyişle kendi tarihinde bir beyaz sayfa, bir yeni başlangıç ihtimaline kucak açmaktadır.
Bu kitap yayına hazırlandığı günlerde, Anadolulu olup da Almanya'ya göç etmiş binlerce Süryani'nin başına bir iş gelmekteydi. Alman hükümeti, Türkiye'nin AB'ye giriş sürecinde çıkardığı uyum yasalarına dayanarak artık ülkede işlerin yolunda gittiğini, dolayısıyla 'mülteci' statüsündeki Süryanilerin geri dönebileceklerini söyleyip onları göçten önceki memleketlerine göndermeye başladı. Sözünü ettiğimiz insanlar, en az yirmi-otuz yıldır Almanya'da yaşıyorlardı, pek çoğu Almanya'da doğup büyüdüler, orada eğitim görüp iş tuttular, ev bark kurdular. Ama tıpkı Anadolu'dan göçe zorlandıkları gibi (öyle ya da böyle, kimse onlara gidin demese de gitmek zorunda kaldılar, dolayısıyla göçe zorlandılar) Almanya'dan da göçe zorlanıyorlar. Bu yeni sürgün kararının Türkiye'deki durumun iyileşmesiyle ne kadar ilgisi olduğu tartışılır. Ama Alman hükümetinin aldığı karar, Avrupa'da işlerin ne kadar yolunda gittiği konusunda ciddi ip uçları taşıyor.
Bu noktada sorulması gereken soru şu: İsa Bakır nereli? Bence İsa Bakır ne Hollandalı ne de Midyatlı. Onun ait olduğu coğrafya TRT'ye gönderdiği mektuptan ibaret. O mektup, içerdiği yakınlaşma talebiyle yalnızca mesafeyi işaretlemekle kalmıyor, aynı zamanda haritası çizilemeyecek kadar geniş bir coğrafyaya tekabül ediyor: Sürgün coğrafyasına.
Avrupa, dünyanın her kıtasından binlerce mülteciyi ve göçmeni barındırıyor ve daha fazlasını barındırmak istemiyor. Nobel Barış Ödülü'nün yoksullar için mikrokredi verilmesini öngören bir ekonomiste (Muhammed Yunus) verilmesinin anlamı da bence bu. Çünkü böylece yoksullar evlerinde kalacak ve Avrupa'daki gelir standardı istatistiklerini aşağıya çekmeyecekler...
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (1)
Hayır (2)
Bu Yorumu Yanıtla