19. yüzyılın ortalarında Osmanlı Devleti ile kuzeydeki büyük düşmanı Rusya arasında, çoğu zaman olduğu üzere, gerginlik vardır. Bu gerginlik savaşla neticelenir. Rusya klişeleşmiş hedefine binaen sıcak denizlere inmek isterken, Batılı düşmanları İngiltere ve Fransa Osmanlı coğrafyasında güçlü bir Rusya’yı istemezler. Bu nedenle Osmanlı’ya destek olan Batılı devletler 1856 yılında Kırım’da çıkan savaşta Osmanlı’nın yanında yer alırlar. Devlet-i Aliye bu savaş öncesinde hiç yapmadığı bir şeyi yaparak İngiltere’den borç alır. Hatta alınan borçlar sonraki yıllarda da tekrarlanır ve ödenemeyen borçlar Osmanlı ekonomisini iflasa sürükler.
Osmanlı’nın Kırım Savaşı esnasında aldığı borçların takibi için komisyon kurulur. İstanbul’da görevine başlayan komisyonda görevlendirilen Sir Edmund Hornby’nin eşi Lady Hornby İngiltere’deki yakınlarına mektuplar yazar. Yazdıklarının kitaplık raflarında çürümesine razı olmayan Lady Hornby 1858 yılında yazdığı altmış beş mektubu kitaplaştırır. Aslında iletişim kastıyla yazılan mektuplar tarihe not düşen güçlü bir vesikaya dönüşerek, bahsedilen eseri meydana getirir.
Her ne kadar mektubun nihai amacı “iyiyim” mesajını vermekse de Lady Hornby çok daha fazlasını talibine ulaştırır. Bu açıdan bakıldığında yazılan mektupların özel hayata dair bilgileri yansıtmaktan çok Osmanlı’nın siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel durumunu ele alan bir bülten görünümünde olduğu belirgindir. Lady Hornby bir İngiliz bürokratın eşi olmaktan çok The Times’ın İstanbul muhabiri gibi mektuplarını yazar. Hatta öyle ki bazen kendine dair bilgiler kaybolur; gördükleri ve duydukları anlatısının merkezine yerleşir.
Muhabirin haber odaklı olmasının yetkinliğini kısıtlayıcı bazı etmenleri ortaya çıkardığı düşünülürse Hornby’nin daha özgür ve çok yönlü bir kalemi olacağı tahmin edilebilir. Lady Hornby her ne kadar günlerini evde geçiren deyim yerindeyse ev hanımı profili çizse de entelektüel açıdan doygun bir kimlikle okurunun karşısına çıkar. Bir kere yazdıkları edebi açıdan fazlasıyla güçlüdür. Bazen tasvirlerine ve betimlemelerine öylesine bir zenginlik katar ki yazılan metnin roman olduğu izlenimi okurun aklında yer eder.
Üstelik sadece kalem gücü de söz konusu değildir. “Çok gezen mi çok okuyan mı bilir?” diye meşhur bir soru vardır. Lady Hornby okuyarak gezer. İstanbul’a gelemeden önce hatta Osmanlı başkentinin sokaklarında gezerken bile okuma macerasını sürdürür. Kendisinden önce İstanbul’a gelen Doğu’yu gözlemleyen seyyahların ve imparatorluk görevlilerinin yazdıklarını okur. Bazen kendisinden önce yazılanlara şerh düşer. Bir ziyaretçinin üstünkörü bakışına nazaran daha içeriden ve derinden bilgi vermesine istinaden bazen seyyahların klişe verilerini değiştirecek ezber bozan bilgileri sunar.
Hornby, verebileceğinden daha fazla bilgiyi satırlarına sığdırmaya çalışır. Bu yüzden mektupları uzun ve içerik yönünden zengindir. Hayatı iki satır arasına sığdırmanın zorluğu düşünüldüğünde, İngiliz kadının işinin güçlüğü daha iyi anlaşılır. Ama buna rağmen Hornby kimi yerlerde özet geçerken, bazen konunun en ince ayrıntılarına kadar iner. Çok yönlü anlatısı daldan dala atlamakla beraber kendi içerisinde tutarlı bir görünüm arz eder. Bazen siyasi ve sosyal konular hakkında verdiği bilgiler arasında denge bozulur. Ama her halükarda okurunu satırlara bağlamasını bilir.
Gözlemlediği her şeye sanatsal bir esermiş gibi yaklaşan Hornby’nin yazdıklarına bakılacak olursa “pitoresk” kelimesini çok kullandığı dikkat çeker. Zira pitoresk resmi yapılacak kadar güzel görüntüleri anlatmak için kullanılır. Sanat ve estetik anlayışını bu şekilde dışa vuran İngiliz kadının bazen İstanbul’un eşsiz manzaralarına meftun olduğu görülür. Hatta Kız Kulesi’ne bakarken “hiçbir kalem, hiçbir sanatçı burayı resmedemez” der. Yaşadığı Stendal Sendromu’nu okuduğu kitap Bin Bir Gece Masalları’ndaki sahnelerle bağdaştırır. Böylelikle hayal edilen Doğu’dan yansıyan gerçekleri Batı’ya anlatarak hayallerin yanıltıcı yönünü vurgular.
Hornby’nin çoğu zaman hayata dair yazdıklarıyla okuyanı başka yerlere götürdüğü görülse de Kırım’da dört devletin büyük çatışmasından mütevellit ortaya çıkan bir savaş nedeniyle Osmanlı topraklarında olması anlatısının arka planında harp psikolojisinin etkilerini belirgin kılar. Savaşın toplum nazarındaki hükmünün olumsuz olmasına rağmen, daha çok Osmanlı aristokrasisi ve bürokrasisinin savaşa karşı tepkileri verilir.
Hornby’nin mensup olduğu sınıfa istinaden Osmanlı’nın alt tabakaları anlatıda daha az yer kaplar. Hatta genellikle gayrimüslim tebaa ile temas kuran Hornby yazdığı mektuplarda büyük kısmı yabancı olan Pera’ya daha çok yer verir. Uşaklarını ve hizmetçilerini Ermeni ve Rumlardan seçen Hornby adı geçen halkların kültürlerine ve yaşamlarına dair önemli bilgileri okuruna verir.
Osmanlı denilince Batılı tasavvurunda çoğu zaman akla ilk olarak harem gelir. Zira Ortaçağlar boyunca Batılı zihnini en çok meşgul eden dört duvar arasındaki ailenin mahrem yaşamıdır. Hornby de bu merakından kurtulamamış olacak ki Osmanlı haremini ziyaret eder. İzlenimlerini uzun satırlar boyunca anlatan Hornby, birçok yerde şaşkınlığını gizleyemez. Hareme dair anlatılanları yerinde gören Hornby her ne kadar fazlasıyla eleştirel yaklaşsa da daha önce yazılan hayal ürünü anlatıları eleştirmez. Haremdeki kadınlara üzülerek bakan Hornby İngiliz ve özgür olmakla mutlu olur.
Hornby’nin mektuplarında en dikkat çekici yön Osmanlı devlet yönetimi ve insan kalitesine dair eleştirilerinde ortaya çıkar. Aslında Osmanlı’nın çöküşünün sebepleri daha teferruatlı ve derin olmakla birlikte bunların bu tarz eserler vasıtasıyla ortaya çıkması çöküşün sebeplerinin iyi anlaşılması için önemli bilgileri okura kazandırır. Misal Hornby’nin ifadeleriyle; savaş için alınan borç gereksiz yerlere kullanılır, büyük meblağlara saraylar yapılır, sanat eserleri ihmal edilir, askerler sefil ve aç durumdadır, üst kademelerde rüşvet ve iltimas vardır, resmi görevliler ahlaksızlık yaparlar. Hornby ilerleyen satırlarda sözlerine şu şekilde devam eder: “Eğitim, yetenek ve deha dediğimiz şeyler burada pazarlanabilir zımbırtılar değil. Dışarıya karşı güleç ve uysal davranılırken fanatiklik gütmek, yalancı şahitlik, soğukkanlı acımasızlık ve hepsinden önemlisi kusursuz bir yalancılık ve düzenbazlık yeteneği, gözde bir Türk yaratmak için gerekli olan şeyler.” Hornby bütün bu eleştirilerine hatta bazen kantarın topuzunu kaçırıp Türkleri barbarlıkla itham etmesine karşın, nadirattan da olsa Türkler hakkında iyi şeyler söyler. Fakir kesimi ahlaki açıdan üstün olarak nitelendirir ve Pera’da Avrupalılardan kaynaklanan ahlaksızlıklara karşın Osmanlı taşra insanının üstün ahlaki vasıflara sahip olduğunu belirtir.
Eser her ne kadar İstanbul merkezli bir anlatımı benimsese de yazar kısa süreli ziyaretleriyle başka yerleri de anlatır. Misal Hornby, Sivastopol ve Kırım’ı ziyaret edip bölgeyi tanıtır. Üstelik Hornby’nin gezilerinde bahsettikleri üstünkörü bir anlayışla kaleme alınmayıp, detaylı analizler içerir. Bazen konudan tamamen bağımsız bilgiler satırlar arasında zuhur eder. Farklı ilgi alanlarına, örneğin bölgenin flora ve faunasına, ait bilgiler verilir. Gittiği yerlerde koleksiyon için numuneler toplayan Hornby adeta bir bilim insanı titizliğiyle hedeflediği malzemeye yaklaşır. Hornby’nin koleksiyonuna ekledikleri bir yana bırakılırsa temas kurduğu insanları çok iyi karakterize ettiği görülür. Misal meşhur İngiliz Hemşire Florence Nightingale ile bir davette karşılaşan Hornby muhatabını çok güzel resmeder.
Eserin en güçlü yönü sosyal tarihe ilişkin verdiği bilgiler de yatar. 19. yüzyıl Osmanlı sosyal hayatına dair çok önemli bilgiler gündelik yaşamın paralelinde verilir. Farklı dini ve mezhepsel sınıfların bayramları, şenlikleri, eğlenceleri, yeme ve içmeleri detaylı anlatılır. Bu açıdan eserin sosyal tarih anlatısının tekrar oluşturulması yönünde önemli dayanak olması muhtemeldir. Misal 1856 yılı Ramazanı’na dair bilgiler fazlasıyla ilgi çekicidir.
Sonuçta; Osmanlı’nın siyasi, sosyo-kültürel ve iktisadi hayatı yerli yabancı birçok araştırmacı tarafından ele alınır. Eldeki verilere şüpheyle yaklaşılmasına sebep verecek binlerce argümanın olmasına karşın samimiyeti içeren mektupların her ne kadar yanlı bir kalemden çıksa da doğruluk payları dikkate değerdir. Görülenin anlatıldığı siyasetin zehrine bulaşmamış anlatıların gündelik yaşamın tarihinin yazılması için yeterli veri oluşturacağına şüphe yoktur. Ayrıca tarihin görünen yüzüne karşın görünmeyeni hedefleyen tarihçi için kendi halinde bir insanın kaleme sarılarak yazdıkları önemlidir. Bu yüzden tarihe renk katan seyahatname, hatırat, mektup gibi veriler ihmal edilmemelidir.