Toplam yorum: 3.253.599
Bu ayki yorum: 5.625

E-Dergi

Saliha Toprak

Asıl mesleği olan Bilgisayar Mühendisliğini, yazılım alanında çalışarak icra ederken, öğrenme ve kendini geliştirme dürtüsü ile İslami ilimler fakültesinde de okuyarak mezun olur. Sürekli ve vazgeçilmez görevi 3 evladına annelik yaparken, bu kutsal görevi layıkıyla yapabilmek ve geçici olan bu dünyada hoş bir seda bırakabilmek için küpünü değerli ve kalıcı olanla doldurmanın gerekliliği bilincindedir. Bunun da en ulaşılabilir ve en güzel yolunun okumak olduğu düşüncesiyle, okur, okur, okur.. Okumak bir boşluk doldurmak değil, hayatı anlamlandırmak meselesidir çünkü...

Saliha Toprak Tarafından Yapılan Yorumlar

1940'ta Ankara' da dünyaya gelen yazarımızın tam ismi Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’ dur (Bazı mecralarda ACZ olarak da görebilirsiniz). En çok bilinen eserleri “Yaşamak” ve “Yedi Güzel Adam” olmakla birlikte yazarımız, Şiir, Deneme, Hikaye, Roman tarzında pek çok eser bırakmıştır. 1987 yılında henüz 47 yaşında iken pankreas kanseri neticesinde yaşama veda etmiştir.

Zarifoğlu'nun “Yaşamak” kitabı yazarın günlük olarak tuttuğu yazıların derlenmesinden oluşmaktadır. Çok açık bir dille yazılmadığı için bazı yazıları anlamakta zorlansak da vazgeçmeden devam etmek gerekiyor. Günümüzün konfor alanından çıkmak istemeyen insanına birçok şeyin kolaylaştırılarak hazır lokma olarak sunulması gibi dilimizin ve kelimelerimizin de kırpıla kırpıla özümüzü bile hatırlayıp düşünemeyecek kadar azalması sonucudur belki bu okumakta zorlanmak hissi, dilin ağır gelmesi meselesi...

Kitaba başlarken isminden yola çıkarak “Yaşam” a dair bir anlatım olduğunu düşünmemek gerekir, zira kitap boyunca buna direkt temasta bulunmamıştır yazar. Okuduğum bir dergide de bu konuya şöyle değinilmişti: “Kitabı üçüncü kez okuyunca kanaatim pekişti: Yaşamak’ta “yaşamak” yok.”

Peki, bu kitapta neler bekliyor okuyucuyu, bundan bahsedelim. Yıllara serpiştirilmiş olarak ilerleyen günlük yazılarında, etkilendiği bazı olaylar karşısındaki ruhsal gezintileri, ailesinden bahsettiği bazı yazıları ve mektupları, bizim de tanıdığımız, hayatında etkilerini gördüğümüz büyük yazarlar ile buluşmalarından bazı kesitleri buluyoruz bu kitabında. Babasının yazdığı mektuplarında duygulanıyor, Necip Fazıl ile buluşmalarını okuyunca keşke daha fazla anlatsaymış diyoruz. Aşk heyecanının izlerini gördüğümüz bir yazısı bittiğinde bir roman okuyormuş gibi ahh!.. devamı da olsaydı sonra ne oldu acaba diye meraklanıyoruz içten içe... Günlük okumanın dimağlarda bıraktığı yarım kalan lezzet de bu olsa gerek, sonrasında neler yaşadılar öğrenebilmek çok güç.

Özetlemek gerekirse, yazarla tanışmak, iç dünyasından damla damla kesitler okumak için bir başlangıç kitabı olabilir. Ancak bu kesitler ona dair daha çok merak uyandırıyor ve diğer kitaplarını da okuyup onu daha iyi anlamaya bir perde aralıyor.

Keyifli Okumalar,
Yazarımız Mustafa Kutlu çoğunlukla hikaye ve deneme türünde kitaplar yazan, hikaye türü yazmadığı dönemlerde samimi bir hasretle beklenen bir yazar. 1968 yılında yayınlanan ilk hikayesi ile genç yaşında edebi hayatına adım atan Kutlu, sinemaya uyarlanan hikayeleri ve senaryoları ile de sevilmiş, ve uzun yıllar Türk Edebiyatının önemli isimlerinden biri olmuştur

Kitabımız “Selam Olsun” her ne kadar 'Deneme' türünde yer alsa da, yazarın hayatında iz bırakan anılarını bizlere siyah beyaz bir film karesi tadında yudum yudum izleten yazılardan oluşuyor. Yazıların her biri kimini bildiğimiz kimini hiç duymadığımız dostlarından bahsediyor ve öyle anlatıyor ki bazılarını, sayfa aralarına serpiştirilen resimlere tekrar tekrar bakma ihtiyacı hissediyorsunuz. Acaba bu duyguyu, bu içtenliği nasıl veriyor bizim gibi etten kemikten bir insan diye... Misal İsmail Gürcan’ı anlattığı yazısında ilk sayfaya iliştirdiği resme ithafen şöyle diyor yazar;

“Yüzüne bakın, Orada bütün bir vatan haritasının dağlarını, ovalarını, denizlerini göreceksiniz. Çöken omuzlara değil şimşekler çakan gözlerine bakın. Bu bir dadaş bakışıdır; kararlılık ile, iman ile, inanç ile bakmaktadır. Baktığı yerin ilerisini, baktığı şeyin içini, baktığı insanın ciğerini bilir. ”

“Yüce dağ başından kopup gelen bir türkü gibiydi Nurettin” diye başlıyor ilk yazısına ve Nurettin Albayrak ile ilgili anılar canlanıyor sayfalarda...

“Bir Tebessüm” başlığını verdiği yazısında “Zaten bu tebessüm kaç nesil gençlerini devasa saçağı altında toplamış değil midir?” diyor Sıtkı Aras için...

“Bu ülkede bugün için Türkçeyi en iyi kullanan iki yazar var. İkisi de Sivas’lı. Biri Ahmet Turan öteki Beşir Ayvazoğlu” diye başlıyor “Beşir Ayvazoğlu” isimli yazısında.

Nurettin Topçu, D. Mehmet Doğan, Muammer Ekti, Ebubekir Erdem, Ezel Elverdi, İsmail Kara, Mustafa Kara, Nusret Özcan, Mustafa Ruhi Şirin, Seyfettin Manisalıgil ile ilgili anılara da rastlayacaksınız bu kitabın sayfalarında. Hepsi ayrı bir sıcaklık ayrı bir lezzet bıraktı benim zihin dünyamda.

Kitaptaki bu samimi anlatımın, içtenliğin sebebi, kanımca, Mustafa Kutlu’nun güzel kalemi ve derin görüşüne ilave olarak, yaşanmışlıkların güzelliği...

Yaşananlar hayatın hangi döneminde olursa olsun, vefa bırakmıyor peşini ve yıllar sonra da olsa bu güzel anıları döktürüyor kaleminden..
Kitabın yazarı Hatice Kübra Tongar; Çocuk Gelişimi, Sosyoloji ve Psikoloji alanlarında almış olduğu eğitimleri ve yaşadığı tecrübelerini çeşitli sosyal medya araçları, seminer ve söyleşiler ile takipçileri ile paylaşmakta, anne babalara, çocuk ve gençlere yönelik yazdığı çok sayıda kitabı bulunmaktadır.

Allah’la Tanışma Defteri kitabı, 10 Yaşlarında olup şehirde yaşayan Nedim Sorayımdedim isimli meraklı ve bi o kadar da duyarlı bir çocuğun, yazları çok sevdiği köyde dedesi ve ninesiyle birlikte geçirdiği günlerde yaşadığı güzel anılarının anlatıldığı bir kitap. Nedim köyde geçirdiği yaz günlerinden birinde, Allah ile ilgili meraklı konuşmalarının ardından, ninesinin hediye ettiği deftere “Allah’la Tanışma Defteri” ismini vererek o günden sonra öğrendiği bilgileri bu deftere not etmeye başlar ve bu kitap çıkar ortaya...

Kitap, çocukların duygu ve düşünce yapısına uygun bir şekilde hitap eden, komik ve eğlenceli olayların arasında verilmek istenen mesajları sıkmadan okuyucuya ulaştıran bir dille yazılmış. Çocukların güle eğlene okuyacakları, içinden espriler edinecekleri, hatta (ailelerin dikkat etmesi gereken) bazı deneyler öğrenebilecekleri bir kitap.

Kitapta Nedim ile dedesi arasında geçen bi konuşmadan örnekle;

Nedim : “Ama bu haksızlık değil mi dede? Ağaçlar da canlı sonuçta! Biz gözleme yerken onlar neden Sarıkız’ın gübresini yiyor? Yazık değil mi onlara?”

Dedesi : “N’edelim Nedim’im? Onların rızkı böyle yaratılmış. İnan olsun senin ııyyyy dediğin bu koku onlar için en lezzetli keşkekten bile daha lezzetlidir gari. Hayvanlar ve bitkiler rızıklarına hiç itiraz etmezler. Bir biz insanoğlu söyleniveririz rızkımıza”

Dede ve ninelerinin tonton, sevimli, merhametli yaklaşımları, çocuklarla olan samimi ilişkileri ve vermek istedikleri mesajları doğadan, bazı olaylardan yola çıkarak ilgi çekici bir şekilde anlatmaları takdire şayandı. Ancak insan üzülerek şunu düşünmeden edemiyor, “Nerede şimdi böyle tonton, bilge nineler dedeler...” Eskiden çocukların ahlak gelişiminde önemli bir payı olan böyle aile büyüklerinin yerini maalesef günümüzde çocukları gönüllerini hediyelerle, abur cuburla, maddi doyumlarla almaya çalışan, nine dede sıfatını da pek beğenmeyen :) anneanne, babaanneler, dedeler almış... Elbette ki sözümüz konumunun hakkını verenlerden uzaktır...

Netice olarak kitap, çocukların severek okuyacağı, anne babaların hatta dede ve ninelerin de çocuklarla birlikte okuyabileceği, eğitimcilerin de miniklerin meraklı sorularına karşı verilecek cevaplar edinmek adına göz atabilecekleri bir kitap kanımca...

Keyifli, istifadeli okumalar…
Yazarımız Rasim Özdenören 7 güzel adam olarak hatırlanan, Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri. 1940 yılında Kahramanmaraş’ta doğan Özdenören, lise hayatından itibaren çeşitli dergi ve gazetelerde görev almış. 1967 yılında basılan ilk hikaye kitabının ardından öykü ve deneme türünde birçok kitabı yayınlanmış ve çeşitli ödüller almıştır.

Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler kitabına gelecek olursak, kitap yazarın 1970-1980'li yıllarda yazdığı denemelerin kitap haline getirilerek sunulmuş halidir.

Yazar, Müslümanca yaşamanın ancak İslamiyet'i gerçek mahiyetiyle anlayarak, onu asıl bize gönderildiği zaman ki haline göre düşünerek içselleştirmek ile mümkün olabileceğini anlatmaya çalışır. Yaşadığımız çağda İslamiyet hakkındaki bildiklerimizin, içi boşaltılmış veya değiştirilmiş kavramlar ile bize ulaşmasından dolayı aslında onu layıkıyla anlamamızın önüne setler çekildiğinden yer yer bahsediyor.

Örneğin “Bir Handikap Daha: İslam'ı Anlamamak” başlığı altında geçen bir paragrafta ; “Zihinlere İslam’ın öngördüğü ilkeler değil, fakat İslam dışı dünyanın gözümüze taktığı gözlükler yerleştirilmiştir. İslam’ın söyledikleri kendi şartları ve kendi doğruları içinde anlaşılmaktan çok, İslam dışı ölçütler o şartları nasıl göstermek istiyorsa öyle algılanmaktadır.” şeklinde ifade etmiştir.

İslam dünyasının, halen dünyanın her yerinde, kendilerine ait olmayan bir hayat tarzını yaşadıklarından bahsediyor yazar. Ancak bu durum o kadar kanıksanmış ki, gelen her yeni nesil halihazırdaki “gerçekle” dünyaya gözlerini açtığından, bu gerçeği Müslümanların içinde yaşaması gereken olağan ve doğru bir durum diye algılayabilmektedir.

Kitapta, yoğun olarak üzerinde durulan bir konu da Batı dünyası ile İslam dünyası arasındaki düşünce ve yaşayış farklılıkları. Ve elbette İslam dinine mensup olarak yaşadığı halde batı özentisi ile ömrünü sürdürenlerin aslında hangi konularda hangi yanlış düşüncelere takılı kaldıklarını anlatmaya çalışıyor...

Kitabı okurken, son zamanlarda sıkça yaşamaya başladığımız, gençlerimizin Batı ülkelerine olan hayranlığı ve kendi değerlerimize olan mesafeli yaklaşımını düşününce, bu kitabın ve bu konuları dert edinmiş olan yazarımızın diğer kitaplarının çokça okunup yol gösterici ve fikir verici bir kılavuz olarak kullanılması gerektiği kanaatim oluştu. Bazen arkamızdan gelen nesillere bazı kavramları aktarmak, anlatmak ve yanlış bildiklerini düzeltmek noktasında yetersiz kalınabiliyor.

Yedi Güzel Adam’ın 2022' de aramızdan ayrılan bu güzel insanı, Rasim Özdenören’ in bu kitabı okunmalı, okutulmalı ve yaşatmaya çalışılmalı kanaatindeyim...
Yazarının ve kitabın şöhretini çok kez duymuş olmama rağmen, "Beş Şehir", Ahmet Hamdi Tanpınar’ın okuduğum ilk kitabı oldu.

Kitabın başından itibaren dikkatimi çeken ilk konu, günümüz yazarlarının çoğundan alışmış olduğumuz, yalın, dümdüz anlatımdan uzaklaştırıyor bizi. Öyle ki; arada bir serpiştirilmiş eski Türkçe sözcüklerle duraksadığınız, iç içe geçen, yoğun bilgi içeren cümlelerin arka arkaya gelmesi bazen anlamdan kopacağınız korkusunu hissettiriyor. Ancak anlatım öyle doğal, ifadeler öyle içten ki bu his fazla uzun kalmadan yerini güzel bir metin okuyor olmanın lezzetine bırakıyor.

Deneme türü ile karşımıza çıkan bu eser aslında yer yer gezi yazısı oluyor, sık sık tarihi bilgileri yormadan anlatan bir metin, bazen coğrafi, bazen mimari esintiler hissedeceğiniz bir kitaba dönüşüveriyor.

Geçmişten günümüze taşıyamadığımız bazı değerlerimizin nedenlerini bulduğumuz satırlar çıkıyor karşımıza ansızın. Diyor ki;

“Cetlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe, kemer, çini, hepsi Yeşil’de dua eder, Muradiye’de düşünür…”

Kitapta sevdiğim bir üslupta, yazarın, yer yer eşyayı, mimariyi, şehirleri dile getirip konuşturması idi. Geçmişe gidip, tarihe adını yazdırmış şahsiyetlere gönderme yapması, acaba bunu düşünmüşler miydi diye kalemini yorması ilgi çekiciydi.

Misal; Ankara ovalarında gezerken, 1071 yılına gidiyor ve dökülüyor kaleminden;

“Malazgirt’te bileğinin kuvvetiyle, dehasının zoruyla bize bu aziz vatanın kapılarını açan Alparslan’ı muharebe emri vermeden evvel hangi kuvvetler ziyaret etti ve ona neler gösterdi? …. Hiç tanımadığı, dehalı çocuklar müstakbel zaferlerin kumandanları, henüz söylenmemiş şiirlerin şairleri, henüz yükselmemiş şaheser yapıların mimarları, henüz duyulmamış nağmelerin bestekarları etrafında henüz açmamış bir fecrin gülleri gibi dolaşmıyorlar mıydı? Gözlerinde Sultan Hanı’ndan, ince minareden bir hayal yok muydu? Eğer yokduysa, bütün bunlardan habersiz, bu müjdeleri içinde konuşur bulmadan o büyük işi nasıl yaptı?”

Her ne kadar bir çırpıda okunup bitirilmeyecek bir kitap olsa da, sindire sindire, betimlemelerin derinliklerine dalarak, tarihi anlatıların örgüsünü anlamaya çalışarak, güzel vatanımızın geçmişinden bize aralanan bu kapıdan güzel şehirlerimizi ve insanımızı seyre dalmak gerektiğini düşünüyorum. Belki aralanan o kapıdan bir nebze olsun o mukaddes ruhların ışığı yayılır da günümüze aydınlığı ulaşır...